Bir çoğunuz gibi benim de Facebook'da kişisel bir hesabım var. Bende herkes gibi paylaşılan bilgi, haber veya fotoğraflardan ilgimi çeken olursa yorum yapmak istiyorum ve ister istemez diğer yorumları da okuyorum. Ve çoğu zaman öylesine dehşet içerisinde kalıyorum ki kendimi o kişilerin arasında görmek zül geliyor. Beni insanlardan soğuttukları gibi geleceğe dönük ümitlerimi de söndürüyorlar. Çünkü, kimse kimsenin fikrine saygı duymuyor. Herkesin kendi zat-ı alileri gibi düşünmesini istiyorlar. En iyisini, en doğrusunu kendilerinin bildiğine inanmışlar, adeta iman etmişler.
Anlıyorum ki; sosyal ağlarda paylaşılanlar kendi bildiğimiz ve bellediğimiz fikirlerin dışında ise bize ters geliyor ve aklımız almıyor. Çünkü, okuduklarımızı düşünüp, tartıp, eğrisi-doğrusuyla bir yere oturtamıyoruz. Dolayısıyla, bize ters gelen hiçbir paylaşımı olgunlukla karşılayamıyoruz ve hiç düşünmeden hücum ediyoruz. Hem de bin bir hakaretle.
29 Kasım 2014 Cumartesi
13 Kasım 2014 Perşembe
ACIKA...Sür Ekmeğine Bolca...
Hey gidi günler hey! Eskiden ev hanımlarının kabul günleri olurdu. Ne kadar eskiden diye sorarsanız; kabaca bir hesapla 70'li yılların başlarından itibaren 80'li yılların sonlarına kadar hanımlar, ayda bir gün misafirlerini evde kabul ederlerdi. Annemi hatırlıyorum da kabul gününe bir hafta kala evin içinde deyim yerindeyse pala çalardı. Zannedersiniz ki; annem misafir bekleyen bir ev hanımı değil de; Ankara'dan müfettiş bekleyen bir daire başkanıydı sanki.
Kıyı-bucak evin her yeri temizlendikten sonra kabul gününden iki gün önce, zeytinyağlı yaprak sarmaları ile ikramlıkların yapılmasına başlanırdı. Annemin kabul günü her ayın ikinci cumartesisiydi. Misafirlerin arasında çalışan hanım yoktu ama kabul gününü benim tatil günüme denk getirmişti. Annem, bütün hafta sabırsızlıkla beklediğim cumartesi gününde misafirlerine hizmet etmemi beklerdi. Amma ve lâkin benim içimde hiçbir zaman böyle bir arzu doğmadı.
Kıyı-bucak evin her yeri temizlendikten sonra kabul gününden iki gün önce, zeytinyağlı yaprak sarmaları ile ikramlıkların yapılmasına başlanırdı. Annemin kabul günü her ayın ikinci cumartesisiydi. Misafirlerin arasında çalışan hanım yoktu ama kabul gününü benim tatil günüme denk getirmişti. Annem, bütün hafta sabırsızlıkla beklediğim cumartesi gününde misafirlerine hizmet etmemi beklerdi. Amma ve lâkin benim içimde hiçbir zaman böyle bir arzu doğmadı.
Etiketler:
acı,
Acıka,
altın günü,
Çay Keyfi,
çay sofrası,
Dünya,
Havadan sudan,
Hayat,
ikram,
insan,
kabul günü,
misafir,
Pala çalmak,
paralı gün,
Rabia Serteli,
yaşam
10 Kasım 2014 Pazartesi
10 KASIM'da MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ü Anıyoruz...
Ölüm, Allah'ın emri ve takdiridir, kaçış yoktur. Ancak, ölüm sadece bedenlerimiz için geçerlidir. Ruhlar ölmez ve onlar anıldıkça bu dünyada da yaşamaya devam ederler. Hele ki; milletinin en zor gününde ordusunu yeniden kurmuş, işgalcileri ülkeden kovmuş, yepyeni bir devlet kurmuş, davranış ve sözleriyle ışık olmuş bir lider, milletiyle ilelebet yaşayacaktır.
Bizim için o lider MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'TÜR. Benim inancım odur ki; Atatürk, Türk Milletinin yeryüzünde bekası yani daima var olması için Allah(c.c) tarafından seçilmiş ve gönderilmiştir.
Bunun için ne kadar şükretsek azdır!
3 Kasım 2014 Pazartesi
SÜTLÜ TATLI...Kakaolu Sosla Kaplı...
Bizim evde yazın sütlü tatlılar pişirilir, havalar soğuyup kış geldiğinde şerbetli tatlılar sıraya girerdi. Daha sonra ne olduysa oldu mutfağımızda üç beyaz zehir bulunduğunu öğrendik. Korktuk, önce tuzu azalttık, sofralardan tuzlukları kaldırdık. İkinci zehir olan unu ve unlu gıda olarak başroldeki ekmeğin beyaz olanını terkettik, tam buğday olanını da azalttık.
Gelelim üçüncü zehire. Üçüncü zehir şekermiş! Bildiğimiz şeker. İnsanın inanası gelmiyor. Masum bir insanın cinayetle suçlanması gibi bir şey. Adı üzerinde şeker. İyi huylu bir arkadaşımızı anlatmak için şeker gibi deriz. Tatlı dil vardır, yılanı deliğinden çıkarır. Hem de bırakın şerbetli hamur tatlılarını çayıma kattığım şekeri, beş çayının yanındaki pastayı, dondurmayı, lokumu bile unutmamı istiyorlar. Ben de cevaben; söylediğinizi kulağınız duyuyor mu? diyorum.
Gelelim üçüncü zehire. Üçüncü zehir şekermiş! Bildiğimiz şeker. İnsanın inanası gelmiyor. Masum bir insanın cinayetle suçlanması gibi bir şey. Adı üzerinde şeker. İyi huylu bir arkadaşımızı anlatmak için şeker gibi deriz. Tatlı dil vardır, yılanı deliğinden çıkarır. Hem de bırakın şerbetli hamur tatlılarını çayıma kattığım şekeri, beş çayının yanındaki pastayı, dondurmayı, lokumu bile unutmamı istiyorlar. Ben de cevaben; söylediğinizi kulağınız duyuyor mu? diyorum.
Etiketler:
blogger,
borcam,
diyabet,
Dünya,
Havadan sudan,
Hayat,
insan,
insülin,
kakao,
Paşabahçe,
Rabia Serteli,
sütlü,
şeker,
tatlı,
Tatlı Keyfi,
tatlı tarifi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)