Karne ile ekmek alanlar |
Çok genç yaşlarında bu zor yılları yaşayanların Nüfus Cüzdanı sayfalarında, temel ihtiyaç maddelerinin alındı kaşelerini görmeyeniniz yoktur herhalde. En yaygın kullanılanı da ekmek karneleri. Kurtuluş Savaşı yıllarının yoksulluğundan kurtulamadan yeni bir yokluğun içine düşen toplum, yoksulluktan korkar olmuş. Yoksulluktan korkan insanlar aynı zamanda gelecekten, gelecekte olacaklardan da endişe duyarlar. Öyle ya; arka arkaya iki savaş gören millete yeni bir savaş çıkmayacağının garantisini kim verebilir de inandırıcı olur. Bu yüzden, toplumun yoksul kesimi dışında hali vakti yerinde olanlar dahi gelecek endişesi ile tasarrufu had safhada yaşamaya başlamışlar ve bu yaşam tarzı ister istemez bazı alışkanlıklar kazandırmış.
Bu alışkanlıklardan en önemlisi sahip oldukları hiç bir şeyi atmamaktır. "Bir gün lazım olur" diye hiçbir eşyalarını atmaz olmuşlar. Yenisini aldıkları halde eskisini de bir kenarda tutmuşlar. Bir köşe yazısında Çetin Altan, annesinin paket iplerini atmadığını, onları küçük çileler halinde sarıp, sakladığını anlatıyordu. Bazı ailelerde bu alışkanlık öylesine yoğun yaşanmış ki; ailenin yeni nesil gençlerinden de eşyasını atamayan çok insan var. Aslında, israf etmemek, kaynakları tasarruflu kullanmak olumlu bir davranıştır ve özendirilmesi gerekir. Ancak, her konuda olduğu gibi tasarrufta da ifrata yani aşırılığa kaçmak hem kişiye hem de yakın çevresine zarar verir.
Eski eşyaları atmayanların durumlarını kendimce analiz etmeye çalışırken yaptığım ufak bir araştırma neticesinde bunun aslında bir hastalık olduğunu öğrendim. Eşya biriktirmek ve istifçilik de denilen bu hastalığın tıp dilindeki adı Dispozofobi. Eskiyi atamamak bir yere kadar anlaşılır bir şeydir. Hediye olan veya hatırası olan bir eşyamızı saklarız ama eve giren her paketin kağıdını, ipini, evde bir sürü saklama kabı varken plastik yoğurt kaplarını, okunmuş gazeteleri, dergileri, eskimiş giysileri kıyıp, atamıyorsak bu başka bir şeydir.
Eğer yakın çevrenizde eşyalarını biriktirmeye meyilli biri varsa çok dikkatli olun. İlk başlarda önem verilmezse, ilerde evin çöpünü bile atamayan, attırmayan, hatta atmaya kalkan olursa sinir krizleri geçiren, durumun vahametini ne deseniz de anlamayan, çöpleri atarlar diye evden bile çıkmayan, pis kokular ve her türlü haşarat ile yaşamakta beis görmeyen, eşin dostun akrabanın terkettiği yakınınızla çöp evde hayatınız cehenneme dönebilir.
Aman dikkat!
Çok haklısın bir de benim gibi dönüşüm çalışması yapan ya da karma işlerle yuğraşanlarda da atmama olabiliyor şükürler olsun bu biriktirme hastalığı haline geçmeyecek o kesin. belli aralıklarla elimi sürmediğim ne varsa atıyorum ,torunun gelişi yanlarına git gel derken çalışma yerimi bir elden geçiremedim havaların ısınmasıyla epeyce eleme yapacağım yine.:))
YanıtlaSilHatice Hanım sakladıklarımızı sizin de yaptınız gibi belli aralıklarla elden geçirip, azaltabiliyorsak mesele yok. Sağlıklı, güzel günler dileğiyle...
SilYokluk hakkında yazdıklarınızı okuyunca aklıma İzlediğim bir film geldi. Afrika'dan millerce yol katederek medeniyete bir şekilde ulaşan çocuğu duşa sokarlar. Yıkarlarken çocuğun gözü su giderine sabitlenir acele ile oturup eliyle su giderini kapatır. Bir yudum suya hasretken o suyun akıp gitmesi ne büyük bir israftır olmayan için...
YanıtlaSilDİY projeleri için birtakım malzemeleri elimde tutuyorum ama bir yandan korkuyorum ya alışkanlık edinirsem diye.:)
Yorum yazdım aksilik oldu blogtan birden çıkış oldu nasıl neden oldu anlamadım.Biriktirme hastalığı of o fena bir durum dediğiniz gibi de bilhassa yaşlılarda zamanında yokluk çekenler de daha çok rastlanıyor.Şimdi ki nesil de aşırı müsrif ve atıcı.
YanıtlaSilÇöp evlerin bir nedeninin de ikinci dünya savaşında edinilen, bir gün lazim olur düşüncesinin olduğunu, şimdi öğrendim. Yaşlılık ve bu alışkanlık birleşince böyle sonuçlar doğuyor demek ki.
YanıtlaSil