Sayfalar

19 Aralık 2016 Pazartesi

PAÇA ÇORBASI...Kemiklerin Gıdası

Yaşadığımız müddetçe bazı kazalara maruz kalırız. Bilhassa, trafik kazaları vücudumuz için büyük risk oluştururlar. Takla atan arabadan sağ çıkanlara veya arabanın çarpıp, havalandırdığı yayanın sağ kurtulmasına seviniriz ve ucuz atlatmış deriz. Ne büyük yanılgı. O an veya yıllar boyunca bile ortaya çıkmayabilir ama emin olun er-geç bir gün o kaza size kendini hatırlatır. Sadece, trafik kazası değil elbette. Evde, yolda, merdivenden hatta damdan düşenler de dahil olmak üzere vücut, düşme hızı ve düştüğü yüksekliğe göre etkilenir. Düşmeler sırasında çok organ tehlike altında ise de asıl tehlike kemikler içindir.


Kemikler bebeklerde yumuşak ve esnektir. Ergenlik çağının bitiminde gelişimi duran kemiklerin esnekliği kaybolur ve sertleşirler. Bu nedenle, yetişkinlikte düşmelere bağlı kemik kırılmaları çok görülür. Yaşlılıkta ise kemikler zaten kırılgandır. Yoğunluklarını kaybettikleri için ters bir harekette bile kırılabilirler. Öyle ki; yaşlılıkta kendiliğinden kırılan kemiklerin düşmeye sebebiyet verdiği bilinmektedir.

9 Aralık 2016 Cuma

EKŞİ ELMALAR...Yılmaz Erdoğan

Ekşi Elmalar'ı vizyona girdiği gün izlemek için titizlenmeme rağmen maalesef haftalar sonra izleyebildim. Vizyondan kalkmadan yetişmiş olmam tesellim oldu. Uzun yıllar önce TRT'deki Umut Taksi dizisini izlerken dizinin yazarı ve oyuncusu olan Yılmaz Erdoğan'ın ileride iyi işlere imza atacağını hissettiğimi dün gibi hatırlıyorum. TRT hegemonyasının kalktığı ve özel televizyonların bir bir açıldığı yıllarda halkın TRT'ye ilgisi azalmıştı. Katı devlet kurallarıyla idare edilen TRT halkın nabzını tutmaktan çok uzak, kendi bildiğini okuyordu. Bu nedenle de insanlar özel kanallardaki programlara öylesine daldılar ki, ülkeye televizyonu getiren TRT'nin varlığını dahi unuttular.


TRT'nin yasakladığı şarkıların ve sanatçıların yer aldığı özel kanallardaki programları ben de zevkle izlerdim ama Yılmaz Erdoğan'ın yazıp, oynadığı TRT'deki diziyi de hiç kaçırmazdım. Kendimce, geleceğini parlak gördüğüm sanatçının ilk zamanlarına, ilk işlerine şahitlik ediyordum. Yıllar içinde Yılmaz Erdoğan'a dair öngörüm gerçekleşti ve kaleminin gücü, çalışkanlığıyla ona inananları haklı çıkardı. Takip edenler bilir, yazdıklarında kendine has bir lezzet vardır.

8 Aralık 2016 Perşembe

YOLO Dünyası için Geri Sayım Başladı!

haydar-colakoglu-yolo-uygulama

Ulaşımda En Pratik Yol O!  sloganı ile yola çıkan ve Uber’in karşılaştığı en güçlü rakip olan girişim YOLO için geri sayım başladı. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de yoğun ilgi gören şehir içi, konfor ve kaliteyi birleştiren yolculuklar sağlayan platformlara bir yenisi daha ekleniyor. Kısa süre içinde hayatımızda farklı bir yer edinmeyi hedefleyen girişimin adı YOLO.
YOLO, şehir içinde lüks segment araçlar ile şehir içi VIP taşımacılık hizmeti veren ve sektöre çok iddialı girerek diğer rakiplerine nazaran çok farklı iş modeli ve kazanç vaat eden bir mobil uygulama. Dünyada Uber modeli olarak bilinen mobil uygulamanın Türkiye versiyonu olarak planlanmış olan YOLO, uzun süren Ar-Ge çalışmaları sonucunda ortaya çıkmış.
YOLO’yu dünyadaki benzerlerinden farklı kılan en önemli özellik TR’de hukuksal altyapısının sağlamlığı ve farklı kazanç modelleri. YOLO, hem kullanıcılara, hem de iş ortaklarına sağladığı yeni nesil bir iş modeli ile kısa sürede yola çıkıyor.

26 Kasım 2016 Cumartesi

HUMUS...Nohut...Ve Daha Fazlası...

Son yıllarda beslenmeyle ilgili hemen hemen her ürün için farkındalık yaratılıyor. Bildim bileli soframızda yer alan, yediğimiz-içtiğimiz gıdalarla ilgili gün geçmiyor ki yararlarını anlatan bir yazı karşıma çıkmasın. Bunlardan biri de nohut. Bizim soframızda nohut değişik şekillerde yeteri kadar yer alır. Rahmetli babamın tabiriyle "ağır makineli" Etli Nohut yemeği, yanında pilav ve karışık turşu ile soğuk kış günlerinin sevilen bir yemeğidir. Derin dondurucuda sakladığım haşlanmış nohutla da ihtiyaç halinde nefis Nohutlu Pilavlar pişiririm. Bazen de çay sofralarında değişik bir renk ve çeşni olarak kızarmış ekmek dilimlerine sürülmek üzere Humus hazırlarım.


Velhasılı biz nohutu seviyoruz ve yeteri kadar da tüketiyoruz. Ancak, bazı insanlar veya aileler nohut yemeklerini sevmiyor olabilir. Çünkü, nohutun sayılamayacak kadar çok faydasının yanı sıra bazı olumsuz yönleri de var. Mesela, bazı insanlarda aşırı tüketime bağlı olarak şişkinlik, gaz ve hazımsızlığa neden olabilmektedir. Aslında, dikkatli davranılırsa hiç bir sorun yaşanmaz. Şöyle ki; iki öğün üst üste değil de belli aralıklarla günde bir öğün tüketildiği takdirde nohutun içeriğindeki zengin protein, vitamin, mineral ve liflerinden mahrum kalmamış oluruz.

19 Kasım 2016 Cumartesi

BADEM AĞACI...Michelle Cohen Corasantı

Kitap okumayı seviyorum, kitap benim için bir ihtiyaç ama her önüme gelen kitabı da okumam. Kitap seçerken biraz titiz davranırım. Bazen, zevkimizin uyuştuğu bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine veya önemli bir edebiyat ödülü kazandığı için bazen de konusu itibariyle ilgi alanıma giren kitapları tercih ederim. Burada anlatacağım kitabı seçme sebebim belki bademi çok seviyor olmam olabilir ama esas neden Filistin-İsrail savaşında devamlı toprak kaybeden ve dünyadan tecrit edilmiş durumdaki Filistin'i bilip, anlama isteğiydi.


Çok ilgili olmasam da güncel siyasetten uzak kalmak mümkün değil. Uzak kalamıyoruz ama sadece haberlerde verilen bilgilerle olanları kavramak da mümkün değil. Eskiye dair benim bildiğim; bu günkü Filistin ve İsrail topraklarında vaktiyle Araplar, Yahudiler, Hristiyanlar beraber yaşarken 1800'lü yıllarda başlayan siyonizm hareketiyle ve gizli sürdürülen Yahudi göçlerinin sonucunda nüfusu da artan Yahudiler 1948 yılında İsrail devletini kurdular.

12 Kasım 2016 Cumartesi

YALANCI TAVUK GÖĞSÜ...Üzeri Kakao Soslu

Evde misafir ağırlamak adeti yavaş yavaş terkedilecek gibi görünüyor. Gençler yani çalışan kesim, iş hayatının yorucu temposu, ulaşım zorlukları ve zaman darlığı nedeniyle dışarıda buluşmaya başladılar. İleri yaşlardaki hanımlar da misafir ağırlama zahmetinden kurtulmak için paralı günlerini dışarıda bir mekanda yapıyorlar. Benim çevremde ise her şekilde görüşebiliyoruz. Kış aylarının soğuk günlerinde evlerde toplanmak hoşumuza gidiyor. Bahar aylarında ise açık havadan istifade etmek için deniz kenarında veya deniz manzaralı açık mekanlarda buluşuyoruz. Grubumuz küçükse şehir içinde nostalji gezileri yaptığımız da oluyor.


Hal böyleyken, rahmetli dayımın kızlarından küçüğü telefonla ziyaretime geleceğini bildirdi. Malûm, yakın zamanda annemizi kaybettiğimiz için taziye ziyaretleri tek-tük de olsa devam ediyor. Dayı kızı beni de düşünerek dışarıda buluşmayı teklif etti ise de taziye ziyareti olduğu için eve davet ettim. Aynı semtte büyüdüğümüz için ortak çok hatıramız vardır. Adeta kardeş gibi bir yakınlık hissederim. Geleceğini söyleyince çok sevindim. Başbaşa sohbetimiz de benim için mutluluktu ama bir kaç akraba daha davet ederek ziyareti daha da anlamlı hale getirmek istedim. Her şey istediğim gibi oldu. Çağırdıklarım davete icabet ettiler ve misafirime de çok hoş bir sürpriz oldu.

8 Kasım 2016 Salı

KURABİYE...Fındıklı...Mis Gibi Tereyağlı

Yıllardır ikindi çayının yanına hatta kahvenin yanına bile yakıştığını düşündüğüm elmalı, üzümlü, kakaolu çeşit çeşit kekler pişirdim. Pişirdiğim keklerin çoğunu da bu sayfalarda iftiharla paylaştım ama bu yıl kek pişirmeye biraz ara verdim. Blogger arkadaşlarımın kurabiye tariflerini okudukça, fotoğraflardaki ağız sulandıran kurabiyeleri gördükçe bana da kurabiye pişirme hevesi geldi. Kek hamuru çırpmaktansa kurabiye hamuru yoğurmayı tercih ettim. Böylece, uzun yıllardan sonra ilk pişirdiğim kurabiye Fındıklı Kurabiye oldu.


Fındıklı kurabiyenin hamurunda tarifine uygun olarak margarin yağı kullandım. Niyetim mis gibi tereyağlı kurabiye pişirmekti ama belki ağır olur diye son anda tereyağı fikrinden vazgeçtim. Kurabiyelerim hiç de fena olmadı. Ama yine de tereyağlı kurabiye pişirmek aklımdaydı ve sonucunu merak ediyordum. Hatta, sizlerle de paylaştığım Fındıklı Kurabiye...Atıştırmalık başlıklı yazımda tereyağlısını denersem sonuçtan bilgi vereceğime dair de söz vermiştim.

3 Kasım 2016 Perşembe

YÜZYILLIK YALNIZLIK...Gabriel Garcia Marquez

Her zaman olduğu gibi bu yıl da yazlığa giderken yanıma bir kaç kitap almıştım. Kitaplardan birini, Puslu Kıtalar Atlası'nı dayanamayıp hemen okumuş ve sıcağı sıcağına da sizlerle paylaşmıştım. İhsan Oktay Anar'ın bu eseri, benim için çok farklıydı. Çok kitap okuduğumu söyleyemem ama seçtiğim kitaplar, her zaman dünyanın çeşitli ülkelerine ait olmuştur. Sadece haritada yerini bildiğim veya turist olarak bulunmuş olduğum ülkeleri ve insanlarını kitaplar vasıtasıyla tanımayı severim.


Bu nedenle, değişik coğrafyalardaki birbirlerinden farklı ülkelere ait çok kitap okudum ama İhsan Oktay Anar'ın romanını okuduktan sonra yazara karşı duyduğum büyük hayranlığı ve saygıyı başka bir kitap ve yazarına karşı duyduğumu hatırlamıyordum. Bu duygu ve düşüncelerle elime aldığım diğer kitabım Gabriel Garcia Marquez'in Yüzyıllık Yalnızlık romanı benim için büyük bir sürpriz oldu. Zira, gerçeklikle olağanüstü olayların ustaca bir kurgu içinde okuyucuya verildiği bu kitap ve yazarına da aynı hayranlığı duydum.

15 Ekim 2016 Cumartesi

YAS GÜNLERİ...

Hepimiz ailemizle, akrabalarımız ve arkadaşlarımızla varız. Onlar yakınlıkları nisbetinde hayatımızda yer alıyorlar. Ömür boyu aynı evi paylaştıklarımız veya her vesileyle sık sık görüştüklerimiz olduğu gibi ayda-yılda bir gördüklerimiz veya ancak telefonda sesini duyduğumuz yakınlarımız da olabiliyor. Benim hayatımda da başta ailem olmak üzere sevdiğim, varlığından mutluluk duyduğum akrabalarım, komşularım ve arkadaşlarım var. Her biri çok kıymetli olmakla birlikte yaşamımdaki yerleri doğal olarak farklıdır.


Hayatımdaki yeri en farklı olan kişi ise artık yok. O'nu kaybettim. Daha doğru bir ifadeyle ailece, hem babaanne hem anneanne olan annemizi kaybettik. Evlat olarak yaşayacağımız iki büyük acıdan biriydi annemizin kaybı. Yıllar önce babamızı kaybettiğimizde annemiz ile teselli olurken, bugün annemizin kaybı ile tesellisiz bir acı yaşıyoruz.

12 Temmuz 2016 Salı

PUSLU KITALAR ATLASI...İhsan Oktay Anar

Geçen yıl galiba kış sonuydu, gazetemde ilgimi çeken bir haber aynen şöyle başlıyordu. "İhsan Oktay Anar'ın unutulmayan ilk romanı Puslu Kıtalar Atlası, bu kez usta çizer İlban Ertem'in masalsı çizgileriyle çizgi roman olarak karşımızda." Haber baştan sona benim için çok bilinmeyenli bir denklemdi adeta. Kitaplarla aram hiçbir zaman kötü olmadı. Kitaplara olan ilgim bazı yıllar azalmış olabilir ama genel duruma bakarsak kitap satın almayı severim, aldığım kitapları hemen olmasa da mutlaka okurum, gazetemin kitap ekini çoğu zaman merakla incelerim, kitap kurdu olmasam da kendimi bir kitap sever olarak tanıtabilirim.


Gel gör ki! durum hiç de öyle değilmiş. Memleketimde aynı zamanda Felsefe Hocası olan İhsan Oktay Anar diye bir yazar varmış, üstüne bir de unutulmayan kitabı Puslu Kıtalar Atlası. Anar'ın ilk kitabı olan ve ilk baskısı 1995 yılında yayımlanan kitaptan haberim olmadığı gibi daha sonra kitaplar yazmaya, yayımlamaya devam eden yazar hakkında da en ufak bir bilgim yoktu. Haberde konusu geçen çizgi roman olayı ise o da ayrı bir fasıl. Çizgi Roman'la alakam ilkokul yıllarında okuduğum Tom Miks, Teksas ve benzeri kitaplardan ve gazetelerdeki günlük çizgi bant yayınlardan öteye geçmezdi.

8 Temmuz 2016 Cuma

ZEYTİNYAĞLI AYŞE KADIN FASULYESİ...Yaz Yemekleri...

Yaz aylarını uzun yıllardır Trakya'nın Kuzey Ege sahillerinde geçiriyoruz. İl ve ilçe merkezinde veya yakın illerde yaşayan ailelerin çoğunluğu teşkil ettiği bir nüfusu vardır. Ancak, Türkiye'nin her köşe bucağına gitmekte hiçbir beis görmeyen İstanbul'lular burada da trakyalı nüfusla yarıştalar. Her yıl Haziran ayının ilk haftasında yazlık evimize doğru yola çıkarız. İlçe merkezine vardıktan sonra sahile kadar olan yol boyunca yolun her iki tarafında ayçiçeği tarlaları uzanır. Bol yapraklı bodur gövdelerinden tanımanın mümkün olmadığı ayçiçeği bitkisi Temmuz ayına doğru boy atar ve gövdenin en ucunda meşhur sarı yapraklı çiçekleri günden güne büyür, çekirdeklenir.


Köylü, yağlık ayçiçeği, buğday gibi sanayi ürünleri dışında tarlalarının bir bölümünü sebze yetiştirmeye ayırır. İkliminin gereği Temmuz ayında ancak olgunlaşan kırmızı ve pembe domatesler, bamyalar, acı-tatlı sivri, çarliston ve dolmalık biberler ve top patlıcanların lezzetleri ve tazelikleri ile sofralarımız her öğün bayram sofralarına dönüşür. Ağustos güneşinin bereketiyle dalında olgunlaşan çeşitli meyveler ve tarlalarda yata yata büyüyen kavun ve karpuzlar ayın sonuna doğru bostanların bozulmasıyla traktör kasalarında yazlıkçılara satış için dolaştırılır.

26 Haziran 2016 Pazar

DERT EDİNMEK...Başkaları ve Biz

Geçtiğimiz kış hiç aklımda olmayan bir iş geldi başıma. Doğrudan doğruya kendi dalgınlığım ve dikkatsizliğim sebebiyle yaşadığım olay belki hayati bir konu değildi ama kâbus gibi üzerime çöktü. Düzeltilmesi zaman alacağı gibi aileyi de meşgul edecekti. Sorunu yaratan kişi olarak adeta "Dünya yıkılmış ben de altında kalmıştım". Hatamı telafi için aklım devamlı çare aramakta, beynim uyku saatleri haricinde tam mesaideydi.


Günlük hayatta herkes gibi ben de bir çok problemle karşılaşıyorum, sıkıntılar oluyor ama genelde kısa bir üf! çektikten sonra kendime üzüntü yapmadan sorunu çözmeye çalışırım. Problemin çözülmesi zamana yayılacaksa, başlamak yolun yarısıdır deyip, sabırla beklemeyi de bilirim. Ancak, bu defa öyle olmadı. Sorunun benden kaynaklanması ve sonuçlarından ailemin de etkileniyor olması problemi bir an önce çözmeye itiyordu beni.

14 Haziran 2016 Salı

ZEYTİNYAĞLI İÇ BAKLALI ENGİNAR...Muhteşem İkili...

Mevsimindeyiz ya ardarda yeniden yeniden enginar pişirme günlerindeyim. Biri bitiyor, yenileri alınıyor ve farklı tariflerle pişiriliyor. Zannedersiniz ki, enginar festivali var da yer gök enginar olmuş. Sebze pişirmek istediğim zaman gözüm sadece enginar tezgahlarında. Bu daha ne kadar sürecek bilmiyorum ama bir an önce bitse iyi olur. Çünkü, yaz sebzeleri burnumda tütüyor. Her defasında son bir defa daha diyerek enginar tezgahına yöneliyorum. Yok yok! hakikaten bu son olsun.


Madem ki son defa pişiriyorum yine annemin usulünde olsun istedim. İyi ki de öyle düşünmüşüm zira iç baklalı enginarı özlemişim. Şu anda bu sayfada ziyaretçi olanlar yani tarifimi merak edip gelenler mutlaka enginarı sevenlerdir. Ancak, enginarı sevmeyen ve asla yemem diye direten çok insan var maalesef.

2 Haziran 2016 Perşembe

ZEYTİNYAĞLI ENGİNAR...Garnitürlü

Bizim evin mutfağı annemize aitti ve yemek pişirirken ayak altında dolaşmamıza tahammülü yoktu. Annemiz, yemek pişirmesini kimden ve nasıl öğrenmiş bilmiyorum ama kendine ait özel bilgilere ve yemek zevkine sahipti. Herhangi bir et yemeğine ilave edilecek sebzelerin çeşidi onun için belliydi ve yemeklerinde en ufak bir farklılık olmazdı. Keza, zeytinyağlıların da pişirme tekniği ve ilave edilecek sebzeleri değişmezdi. Örnek vermek gerekirse, Zeytinyağlı Enginar yemeği tüm malzeme çiğden konularak pişirilir ve garnitürü de mutlaka iç bakla olurdu.


Annem yaşlandıkça ve bazı rahatsızlıklarından dolayı gücü azalınca, yavaş yavaş mutfakla ilişiğini kesti ama o üzülmesin diye her yemeği ona sorarak pişirdim. Yeni tarifler her zaman için ilgimi çekmiştir ve denerim ama anne yemeği diye de bir gerçek var. Annemin yemekleri, pişirme usulleri bakımından sağlıklı olduğu kadar lezzetleri de yerindedir. Damak tadımızı şekillendiren anne yemekleri hiçbir zaman unutulmuyor.

22 Mayıs 2016 Pazar

AĞLAMAKLA GÜLMEK KARDEŞTİR...

Yaya kaldırımında yürürken önüm sıra giden genç bir anne ile kızının halleri dikkatimi çekti. Çocuk annesinin elinden tutmuş yürürken hıçkıra hıçkıra ağlıyor bir yandan da başını sağa sola çevirerek etrafına kaçamak bakışlar atıyordu. O esnada bir apartmanın merdivenlerinde güneşe karşı yayılmış uyuyan kediyi gördüm. Genç anne de kediyi gördü ve elinden sıkıca tuttuğu kızıyla beraber kediye doğru yürüdüler. Biraz önce ağlayan çocuk gülücükler saçarak kediye doğru eğildi, elini uzattı kediyi sevmek için. Gözyaşları hala yanaklarının üzerinde ıslak ıslak parlıyordu.


"Ağlamak gülmenin kardeşidir." derler ya çok doğru. Farklı eylemler gibi görünse de aslında gülmek ile ağlamanın birbirinden farkı yok. Her ikisi de duygu boşalması. İş yerinde veya aile içinde yaşadığımız olumsuzluklar karşısında her zaman tepki vermeyiz. Karşımızdakinin yaşça veya mevki bakımından üstün olması tepki vermemizi engeller. Ancak, haksızlığa uğradığımızı düşünüyorsak bu durum bizi yaralar ve duygularımız incinir. Yine de her üzüldüğümüzde veya her canımız yandığında ağlamayız. Bunun gibi her sevinip, kendimizi mutlu hissettiğimizde de kahkahalar atmayız.

16 Mayıs 2016 Pazartesi

DERDİNİ ANLATMA...Dinleyen Yok!

Herkes anlatmak istiyor ama kimse dinlemiyor. Dinleyen olmayınca da anlatmanın manası kalmıyor. Kabul günlerinde veya dışarıdaki buluşmalarda karşılıklı hatır sorduktan sonra o günlerde yaşadığın bir derdini, bir sıkıntını veya sevincini doğal olarak anlatmaya başlıyorsun. Bir iki cümle kurdun kurmadın arkadaşın ağzından çıkan lafı kapıp başlıyor anlatmaya.


Mutlaka sizin de başınıza gelmiştir. Çünkü, bu durum son zamanlarda fazlalaştı. Bazen dinliyor gibi yapılıyor ama çoğu zaman buna bile lüzum görülmüyor. Lafını bitirmeni beklemeden alakasız bir konuya giriveriyorlar. Sen de öylece kalakalıyorsun. Hafif bir şok halinden sonra kendine dönüp bir iç muhasebesi yapıyorsun oracıkta. "Acaba fazla konuşmuş olabilir miyim?" diye ama bunun doğru olmadığını biliyorsun. Zira daha bir kaç cümle ya kurdun ya kurmadın.

12 Mayıs 2016 Perşembe

AKIL KALBE DANIŞIRSA...

Bedenimizi kullanırken bunu beynimiz aracılığıyla yapıyoruz. Malumdur ki; her şey beyinde bitiyor. Organlarımız beyinden aldıkları komutlarla çalışıyor. Mesela ellerimiz eğer beyin komut vermezse çay bardağını bile tutamaz. Hal böyleyken, beynimizin bizi yönettiğini varsayabiliriz ama bunu tek başına yaptığını düşünmüyorum. Her yönetici gibi kararlarında başvuracağı bir danışmana ihtiyacı var. Bu yüzden beynimizin bazı önemli kararlarını alırken kalbimize danıştığı kanaatindeyim.


Kalbimizin asli görevini yaparken yani vücudumuza kan pompalarken bir yandan da beynimizin danıştığı konulardan etkilendiğinizi anlarız. Asli görevini aksatır, pompaladığı kan miktarının ayarı kaçar. Fazla kan pompalarsa yanaklarımız al al olur heyecandan elimiz ayağımız kesilir eğer normalden az kan pompalarsa kendimizden geçer, bayılırız. Beynimiz kalbimize ne kadar danışırsa danışsın yöneticiliğin en önemli sorumluluğu olan son kararı beynimiz kendisi vermek ister. Kalp, duygularımızın yuvası olduğuna göre beyin de aklı temsil eder. Bir yandan aklı temsil eden beynimizin bizi idare ettiğini düşünüyorum ama bir yandan da yaptıklarımdan, aldığım kararlardan her zaman hoşnut kalmadığımı hatırlıyorum.

1 Mayıs 2016 Pazar

TAVUK BAGET HAŞLAMA...Tavuk Etinin En Besleyici Hali

Haşlama kelimesi günlük hayatta bir çok mana da kullanılsa da aynı zamanda mutfak literatüründe bir pişirme şeklinin adıdır. Eti veya sebzeleri tencerede suyun içinde pişirmeye haşlama denir. Bu tanımlama doğru olsa da benim lügatımda haşlama, kuzu incik veya dana incikle pişirilen, incik bulunmazsa koyun veya dana etinin yumuşak kısımlarından iri parça etlerle yapılan çok lezzetli, sağlıklı, besleyici nefis bir yemektir. Dışarıda, bir lokantada öğle yemeği için haşlama istediğimizde de biliriz ki; önümüze kuzu veya dana etiyle pişirilmiş bir yemek gelecektir.


Durum böyleyken, tavuk etinin hayatımıza girmesiyle diğer bir çok yemekte olduğu gibi haşlama yemeğinde de anlayış değişti. Eskiden etle yapılan tüm yemek çeşitlerinin tavuk eti ile yapılan yeni versiyonları ortaya çıktı. İlk başlarda direndik, hatta hâlâ kuzu ve dana eti tercihimiz ama tavuk etini de tüketmeye başladık. Zaman zaman, tavuk eti hakkında çıkan olumsuz haberlerin etkisiyle uzaklaştığımız oldu ama son zamanlarda tavuk etinin de kaliteli proteine sahip olduğunu söyleyen uzmanların önerileriyle, tavuk yemeklerine mutfağımızda daha sık yer verir olduk.

15 Nisan 2016 Cuma

YAŞAR KEMAL...Ağrıdağı Efsanesi...Ve Töre...

Memleketimiz malum olduğu üzere yedi coğrafi bölgeye ayrılır. Coğrafi bölgenin tanımını yapmak gerekirse, "Doğal, beşeri ve ekonomik özellikler yönünden sınırları içinde benzerlik gösteren geniş alanlara bölge denir." Her coğrafi bölge halkının günlük yaşantıları kendilerine hasdır. Birbirine sınır olan bölge halklarının töreleri az da olsa benzerlik gösterir ama batı ile doğu bölgeleri arasında çok büyük farklılıkların olduğu bir gerçektir.


Bu farklılıklara en iyi örnek olarak töreden bahsedebiliriz. Ülkenin batısında ve de büyük şehirlerde yaşayanlar olarak töre kelimesini yazılı ve görsel basında bir takım haberler vesilesiyle duyarız. Bu haberler içinde bilhassa töre cinayetleri ve kan davaları başta gelir. Törenin tanımı için Türk Dil Kurumu, "bir toplulukta benimsenmiş, yerleşmiş, davranış ve yaşama biçimlerinin, kuralların, görenek ve geleneklerin, ortaklaşa alışkanlıkların, tutulan yolların bütünüdür."der.

8 Nisan 2016 Cuma

FINDIKLI KURABİYE...Atıştırmalık...

Blogger arkadaşlarımın paylaştığı kurabiye tariflerini okudukça hep imrenmişimdir. Kurabiye bana çocukları çağrıştırdığı için çocuk olan evde kurabiye pişer gibi bir ön yargıya sahiptim. Bu yüzden, kurabiyelere imrenmeme rağmen çayın yanına çırpıp çırpıp çeşitli kekler pişirmeye devam ettim. Kek güzel de kurabiyelerin yeri de bir başka. Elle tutulup yenmesinden dolayı çocuklara yakıştırdığım kurabiyeyi ben de içimdeki çocuk için pişirmeye karar verdim.


İyi de etmişim. Uzun yıllardan sonra ilk defa pişireceğim için miktarını az tuttum. Çayın yanında birer-ikişer derken bir haftada tükenen kurabiyelerim saklama kabının içinde son tanesine kadar tazeliğini korudu. Kurabiyeler için önemli olan hafif sertliğe ve kıyırlığa sahip olan kurabiyelerim aslında klasik bir tat ve herkes mutlaka pişirmiş veya tadına bakmıştır.

6 Nisan 2016 Çarşamba

İpana Luxe Perfection Beyazlatıcı Diş Macunu yorumlarım

Doğru makyaj, dolgun kirpikler, bakımlı bir cilt, hacimli saçlar… En önemlisi de beyaz dişlerle sağlıklı, güzel bir gülümseme! Bu yüzden diş bakımına ve beyaz olmasına oldukça özen gösteriyorum. Sürekli yeni ürünleri deneyimlemeyi de seviyorum. Burada raflarda gözüme çarpan ve Amerika’nın en büyük diş macunu markası olan Crest aslında Procter and Gamble’ın Türkiye’de sunduğu İpana markasıyla tamamen aynı içeriklere sahipmiş. Dünyada ilk defa beyazlatıcı bantları üreten bir marka olduğu için 3 boyutlu Beyazlık ailesi oldukça ilgimi çekti. Son zamanlarda market alışverişine gittiğim her mağazada ve televizyonlarda sıklıkla İpana’nın yeni ürünü olan Perfection’a denk gelince ve özellikle 3 günde %100’e kadar lekesiz iddasını duyunca denemek istedim ve hemen aldım.


İpana’nın en hızlı ve en güçlü beyazlatıcı diş macunu ünvanına sahip bu diş macunu ile deneyimlerimi sizlerle paylaşmak istedim. Diş hekimimin de daha beyaz bir diş için önerdiği İpana 3D White Perfection ile güvenle, bembeyaz gülebiliyorum.
Perfection diş macunu 3 Boyutlu Beyazlık ailesinin en ileri ve etkili beyazlatıcı diş macunu teknolojisini içeriyor. Böylece diş minesine zarar vermeden sadece 3 günde diş yüzeyindeki lekeleri %100’e kadar etkin biçimde çıkarıp ve bembeyaz bir gülümsemeye sahip olmamızı sağlıyor.
Performansına gerçekten çok şaşırdım. Etkisi inanılmaz! İlk kullanımdan itibaren bile diş yüzeyindeki lekeleri çıkarma etkisini farkediyorsunuz. Keskin nane tadıyla ferahlığı sağlıyor, böylece uzun süre ferah bir nefese de sahip oluyorsunuz. Beyazlatma etkisi bu kadar iyiyken diş mineme hiç bir zarar vermediğini bilmek de çok güzel.

29 Mart 2016 Salı

YAŞAR KEMAL...Bir Ada Hikayesi...

Kitaba olan düşkünlüğüm okumayı öğrenmeyle başladı diyebilirim. Yazılı olan her kağıt parçasını okumaya meraklıydım. Belki de bu sayede okumayı daha okula başlamadan çözmüştüm. Annem ve iki kardeşimle küçük bir kafile halinde aynı semtte oturan dedemlere yürüyerek giderken yerde gördüğüm herhangi bir kağıt parçası beni cezbeder, dururdum. Yerden herhangi bir şey alınmayacağını bildiğim için de elime almadan, yere çömelerek okumaya çalışırdım. Bu ya bir gazete parçası ya da bir kitap sayfası olurdu.


İleriki yıllarda da okuma aşkım artarak devam etti. Okumayı çok seviyordum ve bulduğum her kitabı okuyordum. Beni en çok etkileyen ise insanların çektiği acıları, katlandıkları eziyetleri, yokluk ve yoksullukla olan mücadelelerini anlatan eserlerdi. Mesela, Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Yaban romanında anlattığı yokluk, yoksulluk yıllarındaki memleketimin haline çok üzüldüğümü hatırlıyorum. Aslında, acı her yerde aynıydı, Amerikalı yazar John Steinbeck'in Gazap Üzümler'ini okurken de çok ağlamıştım. Ancak, kendi insanımın çektiği acıları okumak beni daha fazla etkiliyordu ve ben günlerce kendime gelemiyordum. Bu yüzden konusu insanların acıları, yoksulluk ve adaletsizlik olan yerli eserlerden tümüyle olmasa bile yollarımızı ayırdık.

21 Mart 2016 Pazartesi

FİLBAHRİ...Eve Gelen Bahar...




çiçekçi tezgahlarında rengarenk,
mis kokulu çiçekler.
bahçedeki yerden bitme çalının,
bahar dalları.
pembe beyaz çiçeklerle bezenmiş
meyve ağaçları
içime çektiğim nefesle,
hissederim baharı.

su dolu bardağın içinde
iki dal filbahri...
belli ki annem sokağa çıkmış.
metruk köşkün bahçesinden
kopardığı iki dal filbahri ile
evimize baharı getirmiş.



9 Mart 2016 Çarşamba

BAHAR GELDİ...Ey Gönül!



Yurduna bahar geldi diye her yer bahar mı sanırsın Ey Gönül!
Bilesin ki; sen bahara girerken kışa hazırlananlar var.

Onlar da baharı karşılamışlardı bir vakit,
Sanma ki! dünyada hayat daima bahar daima kış, Ey Gönül!




8 Mart 2016 Salı

HAYAT SOKAKTA...Kadın Erkek Hep Birlikte...

Ne vakittir böyleydi, ben ne zaman farkettim bilmiyorum ama insanlar artık dışarıda yaşıyorlar. Erkekler zaten sokaktaydılar. Erkek sokağın, dışarının insanıdır ama kadın öyle mi! Kadın çalışıyorsa sabah evinden çıkar akşam da doğruca evine döner. Çalışmıyorsa, gezmek için eşinin hafta sonu tatilini bekler. Eskiden aileler daha çok evlerinde yaşarlardı. Akrabalarını, arkadaşlarını, ahbaplarını ve komşularını evlerinde ağırlarlar, arayı fazla uzatmadan, makul bir süre içerisinde iade-i ziyaret yaparlardı. İade-i ziyaret yapılmazsa ahbaplık ilişkisinin devam etmeyeceği anlaşılırdı.


Bugün ise kadın erkek herkes sokakta. İnsanlar, dışarıda daha fazla zaman geçirmeye başladılar. Sabah kahvaltısı için dahi dışarıya çıkılıyor. Kadınlar, vazgeçemedikleri kabul günlerini dış mekanlarda devam ettiriyorlar. Meşhur türküde olduğu gibi "herkes kesesinden yesin içsin saltanatım var benim" diyen hanımlar, kabul günlerinde günün trendine göre belirledikleri yemek mekanlarında biraraya geliyorlar. Sohbet muhabbet yemek yiyerek hoşça vakit geçiriyor. Toplanan paraları da o günün talihlisine teslim ediyorlar. Böylece, ev sahibesinin üzerindeki külfet kalkıyor. Tüm hizmetlerin mekanda yapıldığı paralı günde herkes günün tadını çıkararak her şeyden önemlisi eve tıkılıp, kalmaktansa dışarıya çıkmanın mutluluğunu yaşıyorlar.

21 Şubat 2016 Pazar

FREZYALAR...Kış Günleri...Evler





Camın önündeki vazoda sarı beyaz Frezya'lar,
Bir tül gibi inen akşamın seyrine dalmışlar. 
Frezya'lar, dışarıdaki ışıklara bakakalmışlar.

Kimi aydınlık, çoğu karanlık pencereler,
Sahipleri vardıkça evlerine aydınlanacaklar.
Frezya'lar, cam önünde yapayalnız kalmışlar.

14 Şubat 2016 Pazar

İFTARLIK GAZOZ...İyi Film

Görmek istediğim filmleri vizyona girdiği ilk gün yani cuma günü 11.00 matinesinde seyretmek hep cazip gelmiştir. Eğer o gün sinemaya gitme imkanı bulamazsam araya hafta sonu girer, haftasonunda hayatın neler getireceği hiç belli olmaz. Takibeden hafta vizyona girecek yeni filmler olduğu için eski filmin hiç şansı kalmaz. Bu durumu yaratan şey ise haftada sadece bir film seyretme niyetinde olmam.


İftarlık gazozda da durum aynen böyle oldu. Vizyona girdiği gün sinemaya gidemedim. Takibeden hafta cuma günü Kötü Kedi Şerafettin vizyona gireceği için hakkımı Şero'dan yana kullandım. Bu durumda İftarlık Gazoz gerilerde kaldı. Vizyondan kalkmadan görme isteğim var gibiydi ama bu istek çok da kuvvetli değildi. Günler geçtikçe filmi unutmaya başlamıştım ki; beraber çok film izlediğim, film zevklerimizin uyuştuğu bir arkadaşımdan filmin methiyesini işittim.

9 Şubat 2016 Salı

ELMALI KEK...Arkadaş Yadigârı

Arkadaşlarımızla buluştuğumuz davet sofralarında ikramların tadına bakarken bir yandan da tattığımız her yiyecek için beğenilerimizi ifade etmeye çalışırız. Ne şanslıyım ki; bu güne kadar oturduğum sayısız yemek ve çay sofrasında bu hiç zor olmadı. Tüm hanımlar sofraları birbirinden lezzetli yiyeceklerle donatırlar. Sofraların her zaman bu derece kusursuz olmasının bir sebebi var tabii.


Arada yeni bir ürün yer alsa da diğerleri o sofrada her defasında var olan, arkadaşımızın ustalığını konuşturduğu yiyeceklerdir. Ancak, her arkadaşın evinde yılda bir kere buluşabildiğimiz için haliyle sofralarını özlemiş oluruz. Bazen de bu yiyecekleri o kadar çok beğeniyoruz ki, istediğimiz zaman pişirebilmek için tarifini alıyoruz. Bu karşılıklı tarif alışverişi eminim her kadını heyecanlandırır. Mesela, arkadaş sofrasında çok beğendiğim kıyır kıyır ağızda eriyen bir kurabiyeyi canım çektiği zaman yapabilmek imkanı bana heyecan verir.

7 Şubat 2016 Pazar

DİSPOZOFOBİ...Biriktirme Hastalığı

Çevremizdeki ailelerin yaşlılarına dikkat edersek bazı davranışlarında benzerliklere rastlarız. Tamamı için diyemem ama çoğunluğun bazı ortak huy ve alışkanlıkları var. Bunu, evladın veya torunların şikayetvari sözlerinden anlamak mümkün. Aslında, yaşıtlarımızla ortak özelliklerimizin olması yadırganacak bir şey değildir. Neticede, akran olan insanların aynı sosyal statüde olmasalar dahi yaşadıkları yıllarla alakalı olarak bazı hal ve davranışlarında, giyim kuşamlarında benzerlikler kaçınılmazdır.

Karne ile ekmek alanlar
Bu sebeple olsa gerek, 2 nci Dünya Savaşı yıllarını (1939-1945) görmüş olan aile büyükleri benzer huy ve alışkanlıklara sahipler. Devletimiz savaşa fiilen katılmış olmasa da seferberlik ilanı sebebiyle o dönem bir çok malın üretimi azalmış. Bunun neticesinde ortaya çıkan karaborsayı önlemek ve eldeki stokları idareli kullanmak amacıyla, temel ihtiyaç maddelerinden çoğu karneye bağlanmış. Dolayısıyla, Kurtuluş Savaşı'nın yaraları sarılmadan gelen bu ikinci dünya savaşı ile halk yeniden yokluk içine düşmüş.

31 Ocak 2016 Pazar

GEÇMİYOR GÜNLER...Zaman İzafidir...

Zamanın hızlı geçtiğinden dem vuruyoruz ya zamanın izafi olduğunu unutuyoruz galiba. Belki de bir şeyi biliyor olmak onu anlamamız için yetmiyor. Başkalarının deneyimlerinden yola çıkarak veya okuyarak edindiğimiz bilgiler kuru bilgiler olarak kalıyor. Ne zaman ki; zamanın geçmesini istemediğimiz halde hızlı geçtiği, istediğimiz halde geçmediği durumları bizzat yaşarız, zamanın izafi olduğunu tam manasıyla kavramış oluruz.


Zamanın izafi oluşunu bazıları çok küçük yaşlarda öğrenir, bazılarının öğrenmesi ise zaman alır. Ama er geç mutlaka öğrenir. İstisnasız herkes bir çok kereler bir şeyi veya birini beklemiştir. Hatırlayacak olursak, özlediğimize kavuşmak için kimbilir kaç kere gün saymışızdır. Kavuşmaya saatler kala gözümüz saatte, yelkovanın hızına mukabil akrebin durağanlığı zamanın hiç de o kadar hızlı geçmediğini bize anlatır.

26 Ocak 2016 Salı

BATON KEK...Kek İyidir...

Geçtiğimiz yaz başından beri evde kek pişirmiyorum. Geçen kış değişik malzemelerle değişik kalıplarda çeşit çeşit kekler pişirdim ve sizlerle de paylaştım. Kışın sonlarına doğru, çok sık pişirdiğim için olsa gerek bıkkınlık geldi ve heyecan vermez oldu. Halbuki, kek pişirmek en profesyonel mutfak ustası için bile heyecan vericidir. Hele ki; mutfakta iddiasız hanımlar için kek pişirmek, her defasında olağanüstü bir deneyimdir. Her defasında heyecanlanırız.


İkram ettiği kek için "çok güzel kabarmış" denmesi ev sahibesine yapılabilecek en büyük iltifattır. Kek dünyadaki en lezzetli, en harika, en sevilen bir unlu mamül olmayabilir ama iyi pişmiş bir kek her zaman için iftihar vesilesidir. İyi bir kek pişirebilmek için hamurunun kabarması gerekir. Fırında kabarmadan pişen kekin içi hamur kalır, dışı kızarır. Yarı pişmiş ve tıkız olan kek aynı zamanda hamur kokar. Ve böyle bir sonuçla karşılaşmaktan bütün hanımlar korkar.

23 Ocak 2016 Cumartesi

ZAMAN GEÇİYOR...Yaşıyorsan, Yaşlanırsın...

Bu aralar, zaman kavramını çok fazla konuşur olduk. Ben dahil etrafımdaki herkes aklımızı fena taktık. Zamanın hızlı geçtiğini düşünüyoruz. Zamanın hızlı geçmesinden rahatsızız. Sohbet esnasında laf dönüp, dolaşıp her defasında hızla akıp giden zamana geliyor ve başlıyoruz şikayete. Aslında, sadece zaman geçse hiç derdimiz değil. Bizim derdimiz geçen zamanla birlikte yaş alıp, yaşlanmak. Kadınıyla, erkeğiyle insanlar yaşlanmak istemiyor. Hepimiz yaşlanmaktan ölesiye korkuyoruz.


Kozmetik sanayii, estetik cerrahi ve cümle estetisyenler, yazılı ve görsel basında yer alan reklamlarında devamlı yeni ürünleri ve yeni yöntemleri duyurarak bunu bize empoze ediyorlar. Yaşlılığın ayıp bir şey olduğu algısını zihinlerimize yerleştirmeye çalışıyorlar. "Bu kadar ürün ve yöntem varken yaşlanmak niye, bunları satın al ve genç kal"diyorlar. Buradaki anahtar kelime satın almak yani ticaret. Bize gençlik sattıklarını düşünüyorlar. Tüm bu beyin yıkamaların sonucunda da olan bize oluyor. Geçen günler ve haftalar bize yaşlanmayı hatırlatıyor ve biz de başlıyoruz ahlanıp, vahlanmaya.

13 Ocak 2016 Çarşamba

AYVA TATLISI...Dünya Tatlısı...

Sonbahar aylarında canlı renkleriyle tezgahları sarıya boyayan ayvalar yavaş yavaş çekilmeye başladı. Sarı ve yeşilimtrak renkleriyle irili ufaklı çeşitli boylardaki ayvalar diğer tüm meyveler gibi yetiştiği bölgenin şartlarına göre farklılıklar gösterir. Kimisi Ayı Boğan'dır. Isırır, çiğner yutarsın daha doğrusu yuttuğunu zannedersin ama tüm lokmalar boğazında dizilmiştir. Nefessiz kalırsın da sırtına yiyeceğin bir yumrukla boğulmaktan zor kurtulursun. Kimisi Ekmek Ayvası'dır, adı gibi yemesi kolay tadı mayhoş suludur ve boğmaz.


Bir de Eşme Ayvası vardır da halk arasında Limon Ayvası olarak bilinir. Diğer ayva çeşitlerine göre en yaygın yetiştirilen ayva cinsidir. Adını kabuğunun renginden alır. Kabuğu limon sarısı, içi de sarımtrak renklidir. Limon ayvası, bol sulu ve mayhoştur. Yemesi kolay, boğucu değildir. Bir de ayvaların en kıymetlisi vardır ki; lezzetinden yemelere doyamazsınız. Çiğ olarak tüketilmesi en kolay, en lezzetlisi olan Altın Ayvası, adını renginden alır. Kabuk rengi koyu sarı olup, meyvesi altın rengindedir. Kabuğunda bulunan pas lekelerinden tanımanız kolaydır. Az suludur, boğucu değildir.

11 Ocak 2016 Pazartesi

SAHANDA TEREYAĞLI YUMURTA KAPAMA...Akıllı Telefon ve Instagram

Akıllı telefon kullanmayı düşünmüyordum ama bir vesileyle aniden telefon sahibi oluverdim. Çeşitli özelliklerini birer birer kullanmaya başlayınca da hoşuma gitti. Bu arada, digital fotoğraf makinemi kullanmadığımı bir köşede unuttuğumu farkettim. Halbuki, bir zamanlar Digital makine benim için adeta bir mucizeydi. Eski makinemle her gördüğümü çekemez, filmi boşuna harcamamak için çok dikkatli davranırdım. Çektiğim pozları, fotoğrafçıda negatifinden görebiliyor iken dijital makinenin getirdiği kolaylık müthişti.


Antalya'ya yapacağımız bir seyahat öncesinde digital makinelerin özelliğini öğrenmiştim de son anda ne yapıp, edip makineyi satın almıştım. Hiç kısıtlama olmadan her gördüğümü, istediğim kadar çekebilmek ne büyük özgürlüktü. Yüzlerce kare çekip, beğendiklerimi seçme şansımın olması akıl almaz bir kolaylıktı. Şimdi ise yeni telefonla güzel fotoğraflar çekince işler yine değişti. Bu sefer, digital makine bir köşede bekliyor. Kim uğraşacak ki; tükenen pilleri makineden çıkart, şarj cihazına tak, bekle piller şarj olsun yeniden makineye tak ki fotoğraf çekesin.

2 Ocak 2016 Cumartesi

ÇALIKUŞU...Reşat Nuri Güntekin...Okuduğum İlk Roman

Bu güne kadar okuduğum kitapları saymadım, bilemem ama ilk okuduğum kitap dün gibi hatırımda. İlkokul'u bitirdiğim yıldı. O yıllarda okulu bitirmek için sene sonunda sözlü sınav yapılırdı. Ara sınıfların karnelerini alıp, yaz tatiline çıktığı günlerde bizler son bir gayret kitaplarımızı tekrar gözden geçirmeye başladık. Sınıflardan birinde yer alan imtihan heyetinde sınıf öğretmenimiz, başöğretmenimiz ve bir mümeyyiz vardı. Sınıfın dışında kapı önünde de biz öğrenciler yüreğimiz ağzımızda sıramızın gelmesini beklerdik.


Yanlış hatırlamıyorsam iki hafta sonunda imtihanlarımız bitti ve bizim için de yaz tatili başladı. Sosyal faaliyetlerin hiç denecek kadar az olduğu, hayatın sadece aile ve akrabalar ekseninde sürdüğü, can sıkıntısının had safhada olduğu uzun yaz günlerinin birinde günlerimi aydınlatan bir komşu, bir yeni gelin tanıdım. Tanışma ve tebrik ziyaretine hediyesiyle giden annemin peşine takıldığım için hiç pişman olmadığım ender ev ziyaretlerinden biriydi.