Bir zamanlar, bekarlığında baba evinde, evlendikten sonra koca evinde nesilden nesile aktarılan bilgilerle kadınlık ve annelik görevlerini hakkıyla yerine getiren kadınlar genellikle kayınpederin evine yani kocasının büyüdüğü baba ocağına gelin giderdi. Gelin ismi de buradan geliyor. Aileye gelen manasına. Yeni evinde kayınvalidesi ve kayınpederi ile hatta daha da fazlası kocasının bekar kardeşleri de dahil geniş bir aile olarak aynı evi paylaşırlardı. Gelinin aileye kattığı torunlarla da aynı çatı altında bir kaç nesil birden yaşardı.
Sonra tüm dünyayı etkisi altına alan feminizm akımı ile kadınlarımız Duygu Asena'nın 1987 yılında yayımlanan KADININ ADI YOK isimli kitabını okumaya başladılar. Bu kitapla beraber feminizm hareketi yazılı ve görsel medyada tartışılmaya başlandı. Kadınların ekonomik, toplumsal ve cinsel baskılardan kurtulmasını amaçlayan bu düşünce akımı kadınların ezberini bozdu. Feminizm akımının etkisiyle kadınlar konumlarını irdelemeye başladılar ve mevcut yaşantılarından rahatsızlık duydular.
Kendi hayatlarını değiştiremeseler de kızlarını etkilediler. Kızlarını evlendirirken erkek tarafına ayrı ev açılmasını şart koştular. Böylece zaman içerisinde çekirdek aile denilen anne-baba ve çocuklardan müteşekkil küçük aileler ortaya çıktı. Ailelerin küçülmesinde bir etken de tamamen ekonomik olup, eski büyük evlerin kat karşılığı müteahhitlere verilmesidir.
Bütün bunları yazmamın esas nedeni, hepimizin severek izlediği bilgi yarışmaları. Bu programlar sayesinde hem yeni bilgiler öğreniyoruz hem de eski bilgilerimizi tazeliyoruz. Buraya kadar güzel de bu yarışmalarda farkettiğimiz bir şey var ki çoğumuzu hem şaşırtıyor hem de üzüyor. İyi okullarda okumuş, meslek sahibi gençlerin günlük hayata dair basit sorulara cevap verememeleri karşısında "bu çocuklar, bu gençler nerede büyüdüler de tüm bu bilgilerden yoksun kaldılar?"diye birbirimize soruyoruz.
Aslında bu sorunun cevabı çok basit. Bu yoksunluk çocukların çekirdek ailede yetişmelerinden kaynaklanıyor. Tahmin ediyorum ki; bu varsayımımı çoğu okuyucu kabul eder. Çünkü, günlük hayat dediğimiz olgu toplumun sosyal kültürüdür. Bu kültür içinde mutfak, insan ilişkileri, gelenek ve görenekler, tarih bilinci ve akrabalık münasebetleri yer alır. Geniş ailelerde çocuklar yaşlıya saygıyı, yardımlaşmayı öğrendikleri gibi yakın tarihi de ilk ağızdan dinlemiş olurlar. Eskinin adetleri, deyimler, ebeveynlerin hayat tecrübeleri ve daha bir çok şey ailedeki büyüklerden torunlara aktarılır.
Çekirdek ailelerde çocuklar aile büyükleriyle sık sık biraraya gelemiyorlar. Okullu olduktan sonra ise derslerinden kalmasınlar diye büyüklerine bayramdan bayrama götürülüyorlar. Çocuk derslerinden kalmıyor ama özüne yabancı kalıyor. Belli ki kendine ve kariyerine güvenerek girdiği bilgi yarışmasında çok basit, günlük hayattan bir soru karşısında kalakalıyorlar.
Kültür dediğimiz şey ebeveynlerin ailelerinden aldıkları her türlü bilgiyi kendi çocuklarına, onların da kendi çocuklarına aktarmalarıyla yüzyıllar boyunca gelişerek gelen bilgilerin toplamıdır. Ancak, genç ebeveynler bazen zaman yokluğundan, bazen modernleşme hevesiyle bazı kültürel değerleri çocuklarına veremiyorlar ve bu sebeple kültür aktarımı sekteye uğruyor. Bu ailelerde yetişen gençler de dolayısıyla kendi kültürüne yabancı insanlar olarak yetişiyorlar.
Oysa, aile büyükleri tam da bu iş için biçilmiş kaftandır. Askerlik anılarını masal gibi anlatan bir dedenin, genç kızlık günlerini, kendi kına gecesini, düğününü, o günlerin âdet, anane ve geleneklerini anlatan bir ninenin aktardıkları nasıl da kıymetlidir. Kendi öz kültürümüze sahip çıkmak ve gelecek nesillere aktarmak hepimizin asli görevi olmalı. Bunun için geniş ailelere dönüş mümkün değil ama en azından torunların büyükanne ve büyükbabaları ile daha çok ve daha sık vakit geçirmeleri sağlanabilir.
Yabancı kültürlerde yetişmiş, kendi kültürüne uzak gençlerin toplumlarına yabancı kalmaları içler acısıdır ama kaçınılmazdır. Onlarla milletin devamlılığı sağlanamaz. Örf ve adetlerini, gelenek ve göreneklerini bilen, kendi kültürüne aşina gençlere sahip toplumlar ise gelecekten -istikbâlden- korkmazlar.
Benim de br tesbitim var tamamen kendi düşüncemdir. O.D.T.Ü, Boğaziçi, Galatasaray gibi üni.lerde okuyan gençler bir taraftan sosyal faaliyetlerini devam ettirmek, diğer taraftan da derslerinde başarılı olmak üzerine şartlanmış olduklarından okumaya, araştırmaya, hatta sinemaya, tiyatroya gitmeye vakit bulamıyorlar ve bu eğitim sürecinde başarılı bir öğrenci ama dünyadan haberi olmayan bireyler olarak kalıyorlar. Ama gene benim gözlemim eğitim yaşamları sonunda bu açığı hızla kapatıyorlar. Çok başarılı bir üni. öğrencisiyle karşılıklı sohbet edemiyor ve şaşırıyorsunuz nasıl böyle cahil olabilir diye.
YanıtlaSilÇok haklısınız Rabia hanım nesilden nesile aktarılması gereken kültürümüz sekteye uğramış durumda......büyüklerimizin torunlarına aktaracak o kadar çok şey var ki oysa.......Çocuklarımıza öğretim sağlıyoruz ama eğitim veremiyoruz diye düşünüyorum :)
YanıtlaSil