Sayfalar

30 Nisan 2013 Salı

ELMALI KEK...Benzeye Benzeye Yaz Gelecek!

İstanbul'a bahar geldi gelecek derken havalar nihayet ısındı ama geçen hafta hava öyle bir soğudu ki; kış yeniden geldi zannettik. Her yıl, bir önceki baharın gelişini unuttuğumuz için manasız bir endişe kaplar içimizi. Kış bitmeyecekmiş gibi gelir. İçimizde bir tahammülsüzlük, isyan ederiz. Kime, niye bu sızlanmalar, şikayetler anlamak mümkün değildir. Çünkü, güneşli günlerin yakında olduğunu biliriz. Bu durumlarda, her yıl yaz ve kış mevsimleri öncesinde aile büyüklerinin sık sık tekrarladığı bir deyim vardır. "Benzeye, benzeye gelecek". Gelecek olan ya kıştır, ya da yaz.



Her yıl aynı şeyleri yaşadığımız halde, hep aynı tuzağa düşeriz. Her bahar olduğu gibi evvela havalar birden ısınır. Mutad olduğu üzere Kadıköy'den Moda'ya doğru Bahariye caddesinden veya sahilden yürüyerek gittiğimiz Khalkedon veya Bomonti Çay Bahçesi'nde deniz manzarasına karşı çaylarımızı içeriz. Eve dönerken meşhur Ali Usta'dan mevsimin ilk dondurmasını tadarız. Başka bir gün, adeta bir Lalezâr olmuş Göztepe Parkı'nda binbir çeşit lale arasında hoşça vakit geçiririz. Bahar sıcaklarına alışmış artık yaz geliyor derken, bir de bakarız hava birden soğumuş, bir iki günde biter gider dediğimiz soğuk ve yağışlı günler uzadıkça uzar.

28 Nisan 2013 Pazar

ZEYTİNYAĞLI İÇ BAKLALI ENGİNAR...Eski Ağıza Yeni Taam.

Eskiden çok eskiden bahar aylarında çok tekrarlanan bir deyim vardı. "Eski ağza, yeni taam". Şimdiki gibi senenin her günü her sebze ve meyvenin olmadığı, ürünlerin kendi mevsiminde yetiştiği, yaz ürünleri ile kış ürünlerinin aynı tezgâhta yer almasının mümkün olmadığı bir başka zamanlardı o günler. 



Komşu teyzelerin konuşmaları daha dün gibi kulaklarımda. Mesela, taze baklayı pişiren komşu teyze halis-muhlis zeytinyağı, bol dereotu ile pişirdiği yemeği ballandıra-ballandıra teferruatıyla anlatır, arkasından da "eski ağza yeni taam" diye sözünü bitirirdi. 

27 Nisan 2013 Cumartesi

BAHAR SARHOŞLUĞU...

Nihayet bahar geldi. Sabah saatlerinde apartmanın bahçesi güneş ışıklarının oyun bahçesiydi adeta. Güneşin yakmayan sıcağı ile ısınan hava bahar dallarındaki çiçeklerden, yeni yapraklanan ağaçlardan topladığı kokuları büyük bir cömertlikle ortalığa yayıyordu. Başımı hafifçe kaldırıp gökyüzüne bakarken, mis gibi havayı olanca gücümle içime çekiyorum. İnsanı sarhoş eden bin bir çiçeğin yaprağın kısaca tabiatın kokusu ciğerlerimi dolduruyor. 



Bu yaşlı koca dünya ne baharlar gördü. Milyonlarca yıldır tekrarlanan bu ritüel'den katiyen ödün vermedi. Bu öyle bir kanun ve nizam ki; ne bir eksik, ne bir fazla. Her şey, canlı-cansız tüm varlıklar kendi kodlarındaki bilgilerle hareket ediyor. Onlar biliyor ki; karlar eriyip, hava ısındığında tüm tabiat canlanacak. Yine biliyor ki; bu işler sırasıyla olacak. Sırası gelen dünyada arz-ı endam edecek. 

25 Nisan 2013 Perşembe

KEŞKÜL...Keşkül-ü Fukara!

Keşkül benim bildiğim, sadece muhallebicilerin menüsünde yer alan tavukgöğsü-kazandibi gibi "üzerinde kaymaklı dondurma ile muhteşem bir lezzet" olarak belleklere işlenmemiş, hiç bir zaman övülmemiş, talep görmemiş, yokluğu hissedilmeyen, iddiasız, garip bir sütlü tatlıdır. Bu durumundan dolayı, kulağımda olan "Keşkül-ü Fukara" deyimini "fukaranın keşkülü" olarak kendimce tercüme etmekte bir beis görmemişim ve hep de öyle bildim.



Ta ki; bu gün bu yazı için Google'a girene kadar. Meğer, Keşkül-ü Fukara, eğitimlerinin bir bölümünde, kibir ve gururlarını yenmek için dilenmeye mecbur edilen dervişlerin, topladıkları sadakaları koydukları kabın adıymış. Farsça keşkül (çanak) kelimesi ile Arapça fukara (fakir, yoksul) kelimesinin birleşmesi ile bu adı alan çanaklarda toplanan yardımlar daha sonra yoksullara dağıtılırmış. Yoksul çanaklarının maddesi, uzak Hind Adalarında yetişen bir cins Hindistan Cevizi kabuğuymuş ve daha sonraları, kabın şekline sadık kalınarak gümüş, sarı ve tahtadan yapılanları da kullanılmış. 

21 Nisan 2013 Pazar

SU MUHALLEBİSİ...İstanbul'un Muhallebicileri...

Eski İstanbul'da ev dışındaki sosyal hayatın mekânlarından biri de Muhallebici'lerdi. Muhallebinin rengiyle uyumlu ve temizliğin simgesi beyaz mermerli tahta masaların üzerini sildikten sonra siparişinizi alan garsonların seri servisleriyle saat kısıtlaması olmadan, günün her saatinde bir şeyler yeyip, içeceğiniz yerlerdi. Uzun bir alışveriş sonrası yorulmuş bedenleri ve sızlayan ayakları dinlendirmek için mutlaka yakındaki bir muhallebiciye girilirdi. Uzaktan bakışıp, birbirlerini beğenmiş gençlerin tanışıp, konuşmak için buluşacakları yer de yine bir muhallebici dükkanı olurdu. 



İstanbul'un her semtinde büyük-küçük çok muhallebici dükkanı vardı ama Kapalıçarşı'daki Çukur Muhallebicisi ile Beyoğlu'ndaki Saray Muhallebicisi meşhurdu. Bilhassa düğün alışverişi için tercih edilen giyim-kuşam, altın takı ve her türlü çeyizliğin satıldığı Kapalıçarşı'ya giden gelin ve damadın yakınlarından oluşan küçük grup, biraz da çekişmeli geçen yorucu alışveriş sonrasında mutlaka Çukur Muhallebicisinde damadın ikramı tatlılar ile yorgunluk atarlardı.

16 Nisan 2013 Salı

LALE ZAMANI...Şiir Defterim.

Baharla beraber sokak ve caddelerde, çiçek dükkanlarının önünde, parklarda, her lale gördüğüm yerde bir şiir düşer aklıma "Lalelim", ardından da bordo renkli deri ciltli şiir defterim. Binbir itina ile özene bezene yazdığım onca şiir arasından hafızamda kalmış yegâne şiir, Orhon Murat Arıburnu'nun Lalelim isimli şiiridir çünkü.  
                                    
                                       Lalelim, 
                                       Lalelide oturur.
                                       Laleli, 
                                       Lale kokar Lalelimden.
                                       Laleliden geçilir,
                                       Lalelimden geçilmez.



Çocuksu duygularla hayal dünyasında yaşadığım ilk gençlik çağlarımda kendime ait bir şiir defterim olsun istemiştim. Sevdiğim şairlerin en sevdiğim şiirlerini, başka başka bahçelerden derlenmiş, çeşitli renklerde, değişik kokulu çiçeklerden yapılmış bir çiçek buketi gibi, defterin sayfalarına yerleştireyim, rastgele açtığım sayfalardaki şiirlerden fallar tutayım.

7 Nisan 2013 Pazar

MERCİMEK KÖFTESİ...Kısırın Küçük Kardeşi...

Uzun yaz günlerinin ikindi saatlerindeki çay sofralarına pek yakıştırdığım Kısır'ı Prof.Dr. Canan Efendigil Karatay hocanın tavsiyesi üzerine kış aylarında da çay sofralarımıza dahil ettik. Kısır için gerekli ana malzeme ince bulgur ve salçalar mutfağımızda her daim bulunur ama kısırın olmazsa olmazları olan yeşillikler için markete veya pazara gitmekten başka çare yoktur. Sırf bu nedenle kısır yapmaktan çok kere vazgeçtiğim olmuştur. 



Zira, yeşillikler için haftalık semt pazarlarına gitmek veyahut marketlerin yeni ürün geldiği günleri denk düşürmek gerekiyor. Çünkü, her ne yemek yaparsak yapalım iyi bir sonuç almak için malzemelerin taze ve kaliteli olmasına dikkat etmemiz gerekiyor. Bilhassa, yeşilliklerin taptaze olması çok önemli. Çünkü, yeşillik ne kadar iyi koşullarda saklansa da vitamin değerleri düşüyor. Pazardan aldığım yeşillikleri bazen tazeyken tüketip, bitiriyoruz ama çoğu zaman da ziyan oluyor. Bu nedenle ikidir Kısır ziyafetinden artakalan yeşillikler bilhassa taze soğanlar ziyan olmasın diye Mercimek Köftesi yapıyorum.

2 Nisan 2013 Salı

İŞSİZLİK... Ahlâk Sükût Ederse!

Uygun fiyatlarla hediyelik eşya satan dükkanlardan birinde diğer bir kaç müşteri ile birlikte raflardaki ufak-tefek ev ve süs eşyalarına bakınarak, dolaşıyoruz. Bu arada bebeğinin arabasını iterek dükkana girerken bir yandan da telefonuyla konuşan genç bir kadın dikkatimi çekti. Dükkan küçük olduğu için anlattıklarını ister, istemez hep beraber dinliyoruz. Genç kadın eşinin çok çalıştığını, işlerinin yoğun olduğunu yanayakıla anlatıyorken biraz durdu, dinledi. Karşı taraf ne dedi ise genç kadın eşinin hem iş yoğunluğunun devam ettiğini, hem de maaşına üç yıldır zam alamadığını söyledi. 



Bunları söylerken üzgün ve bir o kadar da kızgındı. Eşinin bu duruma bir süre daha katlanmak zorunda olduğunu ilave etti, yüksekliği giderek artan ses tonuyla. Ve zannediyorum o an nerede olduğunu da unuttu, çok sinirlenmişti, bağırırcasına, "Patron efendinin işleri çok iyi" dedi. "İyi olmasa evini değiştirir mi?"
"Çalışanlarına beş kuruş zammı çok görüyor ama kendine caddede yeni ev alabiliyor."