Sayfalar

13 Mart 2013 Çarşamba

EMEK SİNEMASI...Ayak İzlerimiz Silinmesin...

"Emek Sinemasını yıktırmayacağız" gibi iddialı bir kampanyaya rağmen bu gün gelinen nokta pek içaçıcı değil ama bu vesileyle aklıma üşüşen anılarımı yazarak, bu kampanyanın neden başarılı olması gerektiğini dilim döndüğünce anlatmak isterim. Efendim! uzun yıllar önce 60'lı yıllarda İstanbul henüz Büyük Şehir değilken ve de kitle iletişim aracı olarak sadece yazılı basın ve radyonun bulunduğu zamanlarda başta aileler olmak üzere gençler, sevgililer ve de okul kaçakları için en birinci buluşma ve eğlence mekanı sinemalardı.


İstanbul'un her semtinde -yazlık, kışlık, yerli ve yabancı film gösteren- çok sayıda sinema binası bulunurdu. Sinema binaları salon, balkon ve locaları ile şimdiki bir kaç sinemanın büyüklüğünde tek salondan ibaretti. Kapasitelerini bilmiyorum ama herhalde filmleri yüzlerce kişiyle izliyorduk. Bazı kahramanlık filmleri alkış- kıyamet seyredilirdi.

Yürüme mesafesindeki semt sinemaları yol masrafı da olmadığı için aileler tarafından tercih edilirdi. Her sinema yerli veya yabancı film oynatmak üzere konseptini belirlemiş olur ve seyirci de bunu bilirdi. Film yapımcılarının bulunduğu Yeşilçam sokağından ismini alan ve son yıllarda adına ödül verilen -Yeşilçam Sineması- o yıllarda -maalesef- yerli filmleri küçümsemek maksadıyla kullanılan bir tabirdi.



Amerika -Hollywood- ve Avrupa'da çevrilen filmlerin haberlerini gazetelerden takip eder, büyük bütçeli dünyaca tanınmış aktör ve aktrislerin oynadığı filmlerin bize ancak yıllar sonra geleceğini bilerek sabırla beklerdik. Film ithalatçılarının pazarlama taktiği olsa gerek dünyada ses getirmiş önemli filmlerin vizyona girişi çoğu zaman bayram günlerine denk düşerdi. 

Yine bir bayram günü ailenin toplandığı dedemizin evinde kuzenlerle anlaşarak tüm dünya gençliğini kasıp, kavurmuş ve İstanbul'da gösterime girmiş olan 1961 Amerikan yapımı müzikal Wes Sıde Story -Batı Yakasının Hikayesi- filmini seyretmek üzere bayramın ikinci günü kız kıza Beyoğlu'nda sinemaya gidişimiz benim için bir milâttır ve unutulmazdır. İşte ben o milâdı Emek Sinemasında yaşadım.



"Emek Sinemasını Yıktırmayacağız" platformundan yapılan açıklamada "Sinemanın anılarla aşınmış taşlarındaki gelmiş geçmiş tüm yerli aktör ve aktrislerimize ait ayak izlerini yok ettirmeyeceğiz", dediler. İstisnai olarak bir kaç yeşilçam filmi gösterilmiş olabilir ama dünya sinemasının büyük filmleri için her türlü teknik donanıma sahip yegâne sinema olan Emek Sinemasında yerli film gösterilmezdi. Bu sebeple, Emek Sinemasının yıkılmasına karşı çıkmak için yerli film sanatçılarını kullanmak bana pek de hakkaniyetli bir davranış gibi gelmedi.

1924 yılında Melek ismiyle açılışından bu güne kadar değişik kişi ve kurumların işletmeciliğinde tabiri caizse -çok vartalar atlatan- Emek Sineması'na, doksan yıla yakındır kuşaklar boyunca hizmet verdiği halkın bizzat kendisi sahip çıkmalıdır. Batı Yakasının Hikayesi, İrlandalı Kız...gibi zamanının büyük filmlerine ve uzun yıllar da İstanbul Film Festivaline ev sahipliği yapan Emek Sineması, bırakın yıkılmayı aksine korunmayı hak etmektedir.



Emek Sineması -filmlerin yabancı olması dolayısıyla- seyircisini herhangi bir Avrupa başkentinin kraliyet sarayında hissettirirdi. Barok mimarinin güzel bir örneği olan geniş, yüksek tavanlı, rokoko süslemeli duvarları ile ihtişamlı bir salondu. Her iki tarafında melek figürleri bulunan kalın bordo renkli perdesinin açılışı bile seyirciye çok şey vadederdi. Perde ile aynı renkte olan rahat koltukları ile muhteşem bir ambiansa sahip olan salonda seyirciler filmin etkisinin yanısıra salonun atmosferinden de etkilenerek, iki saatliğine de olsa bir rüyaya dalarlardı. 

O günleri yaşayanlar birer birer kayboldukça, o rüyalar da unutulacaklar. Belki de bu gerçeği kabul edip, değişimi kabullenip, yeni neslin kendi rüyalarını seyretmelerine izin vermek gerekir. 






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

DEĞERLİ YORUMLARINIZ İÇİN TEŞEKKÜRLER.

Not: Gmail hesabı olmayan arkadaşlar yorum yazmak için yorumlama biçiminden anonimi seçerek yazabilirsiniz.