Meyvesever bir aile olarak erik çeşitlerini de severek tüketiriz. Can erik, papaz eriği, mürdüm, bardak ilk aklıma geliverenler. Bizim erikler ise hiçbir kategoriye girmiyorlar maalesef. Yaz başında parlak yeşil rengine aldanıp da dallara hamle yapanlar ağızlarındaki hem acı, hem de ekşi eriği ne yapacaklarını bilemeden bahçemizin önünden uzaklaşıverirler.
Sayfalar
▼
28 Ağustos 2012 Salı
YAMANDIR BİZİM BAHÇENİN ERİKLERİ...
Yaz evimizin bahçesindeki davetsiz misafirlerden yani erik ağaçlarından bir önceki yazımda bahsetmiştim. Küçük bahçemizi ağaçlandırma çalışmaları için en sevdiğimiz, en güzel meyvelerin çekirdeklerini yıllarca toprağa attıktan sonra dalı-yaprağı ile erik ağacı, ama gel gör ki; yeşilken acımtrak/ekşi, olgunlaşınca lök kıvamında meyvesi ile hemcinslerine benzemeyen bu ağaçların hangi çekirdekten çıktığı, o çekirdekleri hangi dost görünen düşmanımızın attığı bugün bile merak konusudur.
26 Ağustos 2012 Pazar
KÜÇÜK GARİP BİR BAHÇENİN HİKAYESİ...
Uzun yıllardır kullandığımız yaz evinin önündeki küçücük bahçeyi bir türlü istediğimiz gibi tanzim edemedik. Aslında, görenleri imrendirecek bir bahçeye sahip olamayacağımız yıllar öncesinden belli olmuştu.
Çünkü, evimize yaz başında geldiğimizde çiçek dikim mevsimi çoktan geçmiş oluyor. İlkbaharda, Mart-Nisan aylarında gelip bahçe bakımlarını yapmış olan komşularımızın çiçeklerle donanmış bahçelerine bakıp bakıp iç geçirmekten başka elimizden bir şey gelmiyordu. Onların tavrı da maalesef, "çalış seninde olur" acımasızlığında idi.
O saatten sonra bizim yapacağımız, çiçekçiden seçtiğimiz çeşitli çiçek fidelerini saksılara dikmek, yani çiçekli bahçe özlemini verandada duvar üstüne yerleştirdiğimiz saksılardaki çiçeklerle gidermekti.
Aslında ilk yıl, bir kaç gül fidesi dikmiştik. Ve bir kaç yıl tüm bilgisizliğimize rağmen gülleri yaşatmayı da başarmıştık. Güller bizi, biz gülleri sevdik ama bizim gülleri başkaları da sevmiş olmalı ki, güllerimiz birer ikişer eksildiler.
Bu arada, zaten iki karış olan bahçede üç tane ağacımız var. Biri dallarının uçlarında pembe pembe çiçekleri olan başka bahçelerden imrenip de diktirdiğim Oya Ağacı isimli fazla büyümeyen süs ağacımız, diğer ikisi ise davetsiz misafir erik ağaçları. Baktık ki bahçeyi bir düzene sokamıyoruz bari meyve ağacı yetişsin de istifade edelim diyerek Allah ne verdiyse kiraz, şeftali, kayısı çekirdeklerini bahçeye atar olmuştuk.
Gel zaman, git zaman bir gün bahçemizde ince bir gövde boy verdi. Ellemedik. Her sene geldiğimizde biraz daha boylandığını ve gövdesinin de kalınlaştığını görüyorduk. Aynı şekilde bir ince gövde daha kendine yer bulmuştu bahçemizde. Onlar için yapacağımız herhangi bir şey yoktu. Gerçekten yok muydu? hiç bilmiyorum. "Saldım çayıra, Mevlam kayıra" bizim dünkü fidanlar kocaman ağaç oldular.
Ağaçlar dallanıp, budaklandıkça da minik bahçemizin üzerinde koruyucu kalkan gibi güneşi, havayı engellediler. Bahçeyi çiçeklendirme umudumuz hepten yok oldu. Hiçbir şey yapamıyorsak, çim de mi yapamayız? deyip, bahçemizi bir güzel çimlendirdik. İlk bir kaç yıl bahçemiz -Allah için!- çok şık bir bahçe oldu ama ilgi ve alaka yeterince olmayınca, ağaçların gölgelediği yerlerde kellikler oluştu.
Ben artık bahçeyle uğraşmaktan, onunla ilgili hayaller kurmaktan ve onun için endişelenmekten vazgeçtim. Bundan böyle bütün yaptığım, güneş çekildikten sonra hortumla su vermek.
Adım Hıdır, elimden gelen budur!!!
Çünkü, evimize yaz başında geldiğimizde çiçek dikim mevsimi çoktan geçmiş oluyor. İlkbaharda, Mart-Nisan aylarında gelip bahçe bakımlarını yapmış olan komşularımızın çiçeklerle donanmış bahçelerine bakıp bakıp iç geçirmekten başka elimizden bir şey gelmiyordu. Onların tavrı da maalesef, "çalış seninde olur" acımasızlığında idi.
O saatten sonra bizim yapacağımız, çiçekçiden seçtiğimiz çeşitli çiçek fidelerini saksılara dikmek, yani çiçekli bahçe özlemini verandada duvar üstüne yerleştirdiğimiz saksılardaki çiçeklerle gidermekti.
Aslında ilk yıl, bir kaç gül fidesi dikmiştik. Ve bir kaç yıl tüm bilgisizliğimize rağmen gülleri yaşatmayı da başarmıştık. Güller bizi, biz gülleri sevdik ama bizim gülleri başkaları da sevmiş olmalı ki, güllerimiz birer ikişer eksildiler.
Gel zaman, git zaman bir gün bahçemizde ince bir gövde boy verdi. Ellemedik. Her sene geldiğimizde biraz daha boylandığını ve gövdesinin de kalınlaştığını görüyorduk. Aynı şekilde bir ince gövde daha kendine yer bulmuştu bahçemizde. Onlar için yapacağımız herhangi bir şey yoktu. Gerçekten yok muydu? hiç bilmiyorum. "Saldım çayıra, Mevlam kayıra" bizim dünkü fidanlar kocaman ağaç oldular.
Ağaçlar dallanıp, budaklandıkça da minik bahçemizin üzerinde koruyucu kalkan gibi güneşi, havayı engellediler. Bahçeyi çiçeklendirme umudumuz hepten yok oldu. Hiçbir şey yapamıyorsak, çim de mi yapamayız? deyip, bahçemizi bir güzel çimlendirdik. İlk bir kaç yıl bahçemiz -Allah için!- çok şık bir bahçe oldu ama ilgi ve alaka yeterince olmayınca, ağaçların gölgelediği yerlerde kellikler oluştu.
Ben artık bahçeyle uğraşmaktan, onunla ilgili hayaller kurmaktan ve onun için endişelenmekten vazgeçtim. Bundan böyle bütün yaptığım, güneş çekildikten sonra hortumla su vermek.
Adım Hıdır, elimden gelen budur!!!
22 Ağustos 2012 Çarşamba
HAYATI MASAL GİBİ OKUMAK...
Gün olur bir fotoğraf bir ses bir söz alıp bizi çok eskilere götürüverir. Hayatın kısa olduğundan dem vururuz ama dönüp baktığımızda da ne çok şey sığdırmış olduğumuzu anlarız kısa dediğimiz ömrümüze. İşin tuhafı her şey daha dün gibi capcanlı belirirken hafızamızda, aslında yaşananların çok uzun yıllar öncesine ait olduğunu bilmek şaşırtıcı bir duygudur.
Bu sebepten olsa gerek eskilerden bir hatırayı anlatırken masal anlatıcıları gibi; "Bir varmış bir yokmuş, deve tellal pire berber iken ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken" diye başlamak geliyor içimden gayri ihtiyari.
5 Ağustos 2012 Pazar
Bir ÇOCUK Bir KARPUZCU Bir de BEN...
Tiz bir çocuk sesiyle irkildim. Avazı çıktığı kadar uzata uzata "karpuz" diye bağırıyordu. Gazetemden başımı kaldırıp baktığımda, kasasında karpuz yüklü bir traktör, karpuzların yanında güneşten kararmış çelimsiz bir oğlan çocuğu ağır ağır evimizin önünden geçiyorlar. Çok sıcak olacağı şimdiden belli bir günün sabahından öğlene sarkan saatleriydi.
Kütür-kütür, kan kırmızı, buz gibi soğutulmuş, şeker gibi bir karpuzun hayalini kurmuyor da değildim. Bunun için kaç saattir gözüm gazetemde, kulaklarım satıcıların sesinde hem gazete okumaya çalışıyor hem de yerli karpuz satıcısını bekliyordum.
Kütür-kütür, kan kırmızı, buz gibi soğutulmuş, şeker gibi bir karpuzun hayalini kurmuyor da değildim. Bunun için kaç saattir gözüm gazetemde, kulaklarım satıcıların sesinde hem gazete okumaya çalışıyor hem de yerli karpuz satıcısını bekliyordum.