27 Ekim 2018 Cumartesi

ŞORTUMA DA BAŞÖRTÜME DE KARIŞMA...Kadın Dayanışması...

Son yıllarda sosyal medyada, televizyonlarda bir takım adamlar kimisi modern görünümlü kimisi sakallı, kerameti kendinden menkul hoca efendiler kameraların karşısına geçip, ahkâm kesiyorlar. İnsanların yaşayışlarına, giyim kuşamlarına, hal ve tavırlarına karışmak diyebiliriz ama bence karışmanın da ötesinde hüküm veriyorlar. Kendilerince olması gerekeni din üzerinden empoze etmeye çalışıyorlar. Toplum bilimci, sosyolog veya psikologların alanına girecek konularda bile gayet rahat, fütursuzca fetva vermeye kalkıyorlar.


Halbuki bir dindara, insanları *zemmetmek yakışmaz. Dindar insan, hele ki din alimi ise insanlara kusur atfetmez. Onları rencide etmez. Şeytanın aklına gelebilecek fikirleri insanların aklına sokmaz. Aksine, insanlarda gördükleri iyi hasletleri överler. Yanlış yolda olanları münasip bir lisanla ikaz ederler. İlim sahibi, alim kişi büyüklenmez, bilmeyenleri hakir görmez. Alaycı bir dil kullanmaz. Duruşu ciddidir ama insanlarla olan münasebetlerinde her daim mütebessimdir.

16 Ekim 2018 Salı

OKULLU OLMAK...Çocukların Eğitim Hakkı...

Geçtiğimiz yıl gazetemde okuduğum bir haberde 12 yıllık (4+4+4) zorunlu eğitimin kademelerinde toplam 2 milyon çocuğun okula gitmediği yazıyordu. Haberin detayını okumuştum ama daha sonra unuttum, gitti. Geçen gün Facebook paylaşımlarında gördüğüm bir fotoğraf geçen yıl okuduğum o haberi hatırlattı. Bugün, okullu olmayan kaç çocuğumuz var bilmiyorum ama olumlu herhangi bir değişiklik olduğunu da zannetmiyorum. Hem sayıda azalma olsa dahi tüm çocuklar okullu olmadıkça bu eğitim savaşı kazanılmış sayılmaz.


Bir çocuğun okula gidememesi demek, bir aile çocuğunu okula gönderemiyor demektir. Halbuki, anne-babalar okul çağına gelmiş çocuklarını okula göndermekle iftihar eder, gurur duyarlar. Burada, okula gidemeyen çocuk ve onu okula gönderemeyen bir ana-baba var. Olaya hangi tarafından bakarsak tam bir trajedi. Ailenin durumu da iç acıtıcı ama benim içime asıl dokunan okula gitmeyen çocuğun durumu.

6 Ekim 2018 Cumartesi

KEŞİŞİN ON GÜNÜ...Muammer Yüksel...

Yazarını tanımadığım, sırf ismindeki "keşiş" kelimesi için seçip, sepete attığım kitabı elime aldığımda inşallah vaktimi boşa harcatmaz diye içimden geçirmiştim. Kitabın ismine ve kapak fotoğrafına bakınca dünya üzerinde yaşanmış çok eski zamanlara ait bir şeyler okuyacağımı tahmin ediyordum. Ödüllü veya çok satanlar listesinden seçtiğim kitapları okumak için acele ederim ama bu kez seçim farklı olduğu için yazlığa getirdiğim kitabıma başlamak için eve yerleşmeyi bekledim. Köyden gelen taze süt ile pişirdiğim sütlü kahve eşliğinde okumak üzere kitabımla balkona çıkarken düşüncelerim bunlardı.


Yazarın ilk kitabı olarak Haziran/2002 de birinci baskısı yapılan romanın ilk sayfasında yer alan kısa bir öz geçmişten öğrendiğimize göre yazarımız bir doktor, hem de cerrah. 1959 yılında Urfa'da doğan yazar ilk, orta ve lise eğitimini Ankara'da tamamladıktan sonra Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesinden 1984 yılında mezun olmuş. Uzmanlık alanı olarak Beyin Cerrahi'sini seçen Muammer Yüksel, halen beyin cerrahi uzmanı olarak görev yapmaktadır. Tıp aleminde bir espri vardır, bilirsiniz. "Tıbbiyeden her şey çıkar, ara sıra da doktor çıkar" derler. Yazarımız da bu sözü doğrular şekilde doktorluğunun yanısıra bir çok kitabın yazarı olarak edebiyat dünyasında yerini çoktan almış.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...