19 Mart 2017 Pazar

TARIK BUĞRA...Milli Mücadele...Küçük Ağa...

Eskide yaşanmış olayların çoğu hafızamızdan silinir gider de bazıları dün gibi hatırlanır. Evimizin bir dönem gazetesi olan Tercüman'ın köşe yazarlarından Tarık Buğra'nın veda yazısı gibi. Yazacağı bir kitap üzerinde çalıştığını, gazetenin sahibi Kemal Ilıcak'ın müsaadesiyle günlük yazılarına ara vereceğini bildiriyordu. Gazeteci olarak bildiğim Tarık Buğra'nın kitap yazacağını öğrenmek şaşırtmıştı ve bir o kadar da üzülmüştüm. Daha sonraları öğrenecektim ki; geçim derdi diye bir gerçek var ve bir çok yazar para kazanmak için farklı işlerde çalışmışlar. Kemal Ilıcak'a minnet duyarak, gazeteci-yazar için sevinmiş ve bir arkadaşıma da bu durumdan söz etmiştim.


Gel zaman git zaman, günlerden bir gün aynı arkadaşımla Beyoğlu'nda yürürken bir kitapçının vitrininde üzerinde Tarık Buğra'nın adı yazılı Küçük Ağa isimli bir kitap gördüm. Göğsüme bastırdığım kitap paketi ile dükkandan çıkarken arkadaşım hafif alaycı, şakacı bir tavırla kitabı işaret ederek, "yazara destek olmak için aldın değil mi?" gibi bir şeyler mırıldandı. Başımızda kavak yellerinin estiği, aşk romanları okuduğumuz o günlerde arkadaşım o kitabı okuyacağıma inanmıyordu ve haksız da sayılmazdı. O kitap benim için sadece, günlük yazılarını takip ettiğim yazarla son buluşma hatıramız gibiydi.

Kitap bir köşede bekler Tarık Buğra'nın adını da unuttum zannederken Devlet Tiyatroları, Taksim Atatürk Kültür Merkezi sahnesinde yazarın  Akümülatörlü Radyo isimli oyununu izledim. Takip eden yıllar içinde Küçük Ağa romanı TRT'de Yönetmen Yücel Çakmaklı tarafından dizi olarak çekildi. Zamanın kıymetli oyuncuları tarafından çekilen dizi çok beğenildi ve Yücel Çakmaklı'ya büyük prestij kazandırdı. Tüm bu dışarıdan gelen uyaranlar sonucunda, ben de kitabımı okudum, bitirdim. Ve anladım ki; tarih okulda değil, bu işe gönül vermiş yazarların kitaplarını okuyarak öğrenilir.

Tarık Buğra, kitabın önsözünde, Milli Mücadele yıllarına dair başta Nutuk olmak üzere yazılmış tüm metin ve kitapları okuyup incelediğini, Anadolu'daki Milli Mücadele ruhunu anlamak ve anlatmak için ipuçları aradığını belirtir. Yazacağı romanından ilk bahsettiği kişi Peyami Safa'nın "bu bir epope olur" dediğini yazan Tarık Buğra "Fakat hayır, ben bir destan yazmak niyetinde değildim, tam aksine bir roman, romanlardan bir roman yazmaya çalışacaktım" der.

Ve devam eder, "bu millet yüzyıllar boyunca vatan sevgisini, devlet şuurunu, dini ile içiçe duymuş, yaşamış bir millet olarak, vatanı için savaşırken aynı zamanda dini için de savaşmıştır. Üç kutsal sembolün birleştiği bayrağı da yüzyıllardır, (Halife-yi ru-yi zemin, Şah-ı cihan) yani aynı zamanda Halife olan Osmanlı Padişahları açmıştır. Bu gelenekle var olabileceğine inanan millet bir gün bir başka kişilerce bir başka bayrak altına çağrıldı. Düşman işgalinden kurtulmak istiyordu ama onu çağıran kişi bildiği kişi değil, bayrak da bildiği bayrak değildi. Fakat, bu bayrak da ata ocağı için vatan için diyordu".

Tarık Buğra, düşmandan kurtuluş ümidi ile 6 asırlık gelenek arasında sıkışıp kalan insanların yaşadığı çelişkinin düşman işgalinden bile daha koyu bir trajediye sebep olduğunu düşünüyor ve bunu anlatmak için de bu kitabı yazmaya karar veriyor. 24 yaşındaki İstanbul'lu Hoca, Küçük Ağa kişiliği ile ikinci defa yeniden doğarken, Kuva-i Milliye'nin saflarında bu kahredici trajedinin kahramanlarından sadece birisidir. Kurtuluş Savaşı boyunca böyle ikinci doğumlar çok sayıda olacaktır.

Gazetedeki günlük yazılarına ara verdiği sırada yazdığını zannederek satın aldığım Küçük Ağa'yı aslında 1963 yılında yazmış olan Tarık Buğra, lise yıllarından başlayarak tiyatro oyunları, hikayeler, romanlar, deneme, gezi ve senaryo yazıları yazan, kitapları yayımlanmış, edebiyat dünyasında tanınıp, çeşitli ödüller kazanmış bir yazarımız. Bugün Google sayesinde edindiğim bilgilere göre tahsil hayatı, sırasıyla doğduğu yer olan Akşehir'de başlamış, İstanbul ve Konya'da devam etmiş. Yüksek tahsiline İstanbul Tıp Fakültesi ve sonrasında Hukuk Fakültesinde devam ederken parasızlık sebebiyle bırakmak zorunda kalmış. Üç yıl süren askerliği sırasında ilk piyesini Akümülatörlü Radyo'yu yazmış. Askerlik sonrasında İstanbul'a dönüp, Edebiyat Fakültesine girmiş ancak oradan da mezuniyet tezini vermeden ayrılmış.

Doğup büyüdüğü Akşehir'e dönen yazar, babası ile birlikte 1949-1952 yılları arasında Nasreddin Hoca gazetesini çıkarmış. Babasının vefatı üzerine gazetesini devredip, İstanbul'a dönerek belli başlı gazetelerde çeşitli görevler ve yazarlık yapmış. 1963 yılında yazdığı ve olumlu tepkiler alan Küçük Ağa romanı hocası tarafından mezuniyet tezi olarak kabul edilmiş ve bu sayede Yeni Türk Edebiyatı Kürsüsünden diplomasını almıştır. Osmanlı İmparatorluğunun kuruluş yıllarını anlattığı Osmancık (1985) ile Milli Kültür Vakfı, Edebiyat Armağanı, Yağmur Beklerken (1989) Türkiye İş Bankası Büyük Ödülü, 1991 yılında da Devlet Sanatçısı ödülüne layık görülen yazar 26 Şubat 1994'de vefat etmiştir.

Türk Edebiyatına kazandırdığı kıymetli eserleriyle her daim hatırlanacak olan yazarımızın, ruhu şad olsun...





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

DEĞERLİ YORUMLARINIZ İÇİN TEŞEKKÜRLER.

Not: Gmail hesabı olmayan arkadaşlar yorum yazmak için yorumlama biçiminden anonimi seçerek yazabilirsiniz.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...