25 Ocak 2014 Cumartesi

ŞEHİR...KALDIRIMLAR...ÇEVREMİZ!!!

İstanbul'da hayat korkunç bir hızla akıp, gidiyor. Hızla akan zaman ile birlikte İstanbul'da dönüşüyor, değişiyor. Sokağa her çıkışımda mutlaka bir şeylere şaşırıyorum. Geçen gün yaya kaldırımında yürürken farklı duygular yaşadığımı hissettim. Yürürken başım ve bedenim daha bir dik ve adımlarımı daha bir güvenli atıyordum. Bu durumun epey bir süredir devam ettiğini de hatırladım. "Enteresan!" dedim, kendi kendime. 




Son zamanlarda bana bir hal oldu; kaldırımda yürürken kendini beğenmiş gibi bir haller, etrafa yukarıdan bakmalar, bulutların üzerinde yürüyormuş gibi hissetmeler. Hiç hayra yormadım! ama kendi hayatımda ne olmuş, olabilir ki; bilinç altına süpürüp, kendimden bile sakladığım. Hangi mutluluğu yaşıyorum da benim haberim yok. 

14 Ocak 2014 Salı

BELEDİYE OTOBÜSLERİ...İETT...Otobüsten Daha Fazlası...

İstanbul'da doğup büyüdüğüm semtte arabası olan aile çok nadirdi. Bizim de arabamız yoktu. Arabamızın olmaması bir yana böyle bir hayalimizin olduğunu da hatırlamıyorum. Çocuklar okullarına -her mahallede mevcut olan ilkokul ve ortaokula- yürüyerek giderlerdi. Ancak, orta okuldan sonrası biraz zordu. Zira, o yıllarda her semtte lise olmadığı gibi İstanbul'da lise sayısı da çok azdı. Lise eğitimi için gidebileceğimiz okul, ikâmetgâh adresimize göre Milli Eğitim Müdürlüğünce belirleniyordu.





O güne kadar mahallemden dışarıya yalnız başıma adımımı atmış değildim ama semtimizden çok uzakta, şehrin diğer bir ucundaki lisede okuyacaktım. İlk heyecanla evvela önemsemediğim bu duruma aslında hiç alışamadım. İETT'nin sadece sabahları İstanbul Üniversitesi'nin öğrencileri için tahsis ettiği Öğrenci Otobüsü ile Beyazıt Meydanına kadar geliyor, oradan da mahalleden diğer bir kaç öğrenci ile yürüyerek son zilde arka kapının kapanmasına yakın zor bela okula ulaşıyorduk. O yıllarda öğrenciler ve çalışanlar için servis otobüsleri henüz bilinmiyordu.

6 Ocak 2014 Pazartesi

BUZDOLABI BÖREĞİ...Patatesli Börek Sevenler İçin...

Bir vakitler yokluk/yoksulluk içinde kendi yağı ile kavrulan ülkemizde buzdolabı lüks bir eşya idi. İlk defa ithal Amerikan malı Frigidaire (frijder) marka buzdolabı ile tanışan insanımız, ilk zamanlar buzdolabına frijder dedi. Yerli üretim olmadığı için buzdolapları ithal ediliyordu. İthal buzdolabı satan mağazaların sayısı bir elin parmaklarını geçmediği gibi bu mağazalar İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerde bulunurdu. Bu mağazalardan ithal malı beyaz eşya satın alabilecek aile sayısı da sınırlıydı. 



Buzdolabı satın almak her ailenin harcı değildi ama aslında ailelerin çoğu buzdolabına ihtiyaç da duymuyorlardı. Çünkü, memleketimizin her bölgesinde olduğu gibi İstanbul'un da eski geleneksel evleri genellikle iki veya üç katlı müstakil evlerdi. Giriş katları taş ve tuğla, üst katları ise ahşap malzeme ile inşa edilirdi. Evin sokak kapısı zemini Malta taşı ile kaplı Taşlık tabir edilen geniş bir alana açılırdı.

2 Ocak 2014 Perşembe

MUTLULUĞUN PEŞİNDEN GİDENLER...

Yeni tanıştığım bir hanımefendi ile yaptığımız ayaküstü sohbet sırasında havadan sudan bahsederken aniden derin bir nefes alıp hüzünlü, dertli bir havaya büründü. Ben merakla ne olduğunu sorunca, son bir kaç yıldır eşiyle ayrı düştüklerini söyledi. Anlattığına göre beyefendi emekli olduğu yıl yaz sonunda yazlık evlerinden İstanbul'a dönmek istememiş ve bir kış mevsimini yalnız başına orada geçirmiş. 




Ve bir daha yazları yanına gelen hanımıyla kışın İstanbul'a dönmemiş. Bir kış mevsimiydi ve yeni tanıştığım konuşkan hanımefendi pek üzgündü. İstanbul'daki annesi ve kardeşleri ile eşi arasında kalmıştı ve anladığım kadarıyla onları tercih etmişti.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...